“Oniki İmâm” Denilen Büyük Zâtlar – 3
Evvelki hafta yazdığımız 2 makâlede, “Oniki İmâm”ın ilk 2’si [yanî Hazret-i Alî ve Hazret-i Hasan] üzerinde durmuştuk. Araya “Hicrî-Kamerî Yılbaşı” ve “Muharrem Ayı”yla ilgili makâleler girdiği için, konumuza ancak bugünkü makâlemizde devâm edebileceğiz. Sıra, Hazret-i Hüseyin Efendimize gelmişti; bunda bir tevâfuk da oldu. Zira bugün 11 Muharrem; Hüseyin Efendimiz de 10 Muharrem’de şehîd edilmiştir.
3- HAZRET-İ HÜSEYİN BİN ALÎ (radıyallahü anhümâ):
627 (h. 6) senesinde Medîne’de doğup 680 (h. 61) yılında Muharrem ayının onuncu günü Kerbelâ’da şehîd edilen Hazret-i Hüseyin (radıyallahü anh), Resûlullah’ın torunu, Hazret-i Alî’nin 2. oğludur. “Oniki İmâm”ın üçüncüsü, “Ehl-i Beyt”in beşincisidir. Künyesi “Ebû Abdillah”; lakabı “Seyyid” ve “Şehîd”dir. Onun soyundan olanlara “Seyyid” denir.
Resûlullahın torunu ve çok sevdiği bir kimse olduğu için, “Ehl-i Sünnet”in gözbebeğidir. Aşağıdaki âyet-i kerîme ve konuyla ilgili hadîs-i şerîfler, Resûlullah’ın iki mübârek torununu, bütün mü’minlerin sevmelerinin şart olduğunu belirtir.
Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde, “Ehl-i Beyt”e hitâben buyuruyor ki:
“Ey Ehl-i Beyt! Allahü teâlâ, sizlerden ricsi [yâni her kusur ve kirleri] gidermek istiyor ve sizi tam bir tahâretle temizlemek irâde ediyor.”
Eshâb-ı kirâm, “Yâ Resûlallah! “Ehl-i Beyt” kimlerdir?” diye sordular.
O esnâda, İmâm Ali oraya geldi. Onu, mübârek paltosunun altına aldılar. Müteâkıben Fâtımatü’z-Zehrâ geldi. Onu da yanına aldılar. Biraz sonra gelen İmâm Hasan’ı bir yanına; İmâm Hüseyin’i de öbür yanına alarak; “İşte bunlar, benim Ehl-i Beyt’imdir” buyurdular.
Binâen aleyh Ehl-i Beyt, Peygamberimizle birlikte 5 kişi olmaktadır. Hasan Efendimize, [dünkü makâlemizde geçtiği gibi] Ehl-i Beyt’in dördüncüsü, Hüseyin Efendimize de beşincisi denmesi bu sebepledir.
Hazret-i Hüseyin’in ilk çocukluğu, Resûlullah Efendimizin derin sevgi ve şefkati içinde geçti. Peygamberimiz, âhirete irtihâl buyurunca. Hazret-i Hüseyin, bundan sonra ilmini ve edebini, yüksek babasının yanında tamamladı.
Bir gün sabah namazından sonra, Resûlullah Efendimiz, mübârek yüzünü Eshâb-ı kirâma çevirmeden Hazret-i Alî’yi çağırdılar. Berâberce Mescid-i Nebevî’den çıktılar. Eshâb-ı kirâm, onların nereye ve niçin gittiklerini anlayamadılar. Tekrar dönerler diye Mescid’de beklediler.
Onlar birlikte Hazret-i Fâtıma’nın evine gittiler. Hazret-i Alî’ye, kapıda durup, kimseyi içeri sokmamasını emir buyurdu. Zîrâ Hazret-i Hüseyin dünyâya gelmişti.
Ona, Hüseyin adını, Resûlullah Efendimiz vermiştir. Hazret-i Hüseyin doğduğu zaman, Resûlullah Efendimiz, onun kulağına; “O, Cennet çocuklarının efendisi (seyyidi)dir” diye seslenmişti.
Üsâme bin Zeyd, bir gece Peygamber aleyhisselâmı gördüğünü ve O’nun, Hasan ve Hüseyin hakkında; “Bunlar benim oğullarım[kızımın oğulları]dır; Allah’ım, ben onları seviyorum, sen de onları sev ve onları sevenleri de sev” dediğini rivâyet etmektedir.
Bir defâsında da; “Hüseyin benden, ben Hüseyin’denim. Allahü teâlâ, Hüseyin’i seveni sever” buyurmuştur. Hazret-i Hüseyin, daha birçok hadîs-i şerîfle medhedildi.
Bir gün de Resûlullah Efendimiz, Hazret-i Hüseyin’i sağ dizine, oğlu İbrâhim’i sol dizine aldı. Cebrâil aleyhisselâm gelip, “Hak teâlâ, bu ikisinden birini alacaktır. Sen, birini seç” dedi.
Peygamberimiz de, “Eğer Hüseyin vefât ederse, benim canım yandığı gibi, Alî’nin ve Fâtıma’nın da canları yanar. Eğer İbrâhîm giderse, en çok ben üzülürüm. Benim üzüntümü, onların üzüntüsüne tercîh ediyorum” buyurdular. Üç gün sonra, Peygamberimizin sevgili oğlu İbrâhîm vefât etti.
Resûlullah’ın yanına, Hazret-i Hüseyin, her ne zaman gelse onu öper ve “Selâmet ve saâdet o kimseye ki, oğlum İbrâhîm’i ona fedâ ettim” buyururdu.
Hazret-i Hüseyin, hep babasının yanındaydı. Babası şehîd olunca, Medîne’ye geldi. Hazret-i Muâviye’nin vefâtında, Yezîd’e bîat etmedi. Kûfe’liler kendisini çağırıp, Halîfe yapmak istediler. Kardeşi Muhammed bin Hanefiyye, İbn-i Ömer, İbn-i Abbâs ve dahâ nice Eshâb-ı Resûl ona mâni olmak istediler. Fakat, onların nasîhatlerini dinlemeyip, yetmiş iki kişi ile Mekke’den, Irâk’a doğru yola çıktı. Yezîd, Şâm’dan bunu haber alınca, Irâk vâlîsi, Ubeydullah bin Ziyâd’a emir gönderip, “Onları Kûfe’ye sokma” dedi.
Bu da, Sa’d ibni Ebî Vakkâs’ın oğlu Ömer’in kumandasında bir ordu gönderdi. Abdullah İbn-i Ömer, İmâm’ın geri dönmesinin daha iyi olacağını bildirdi ise de, o kabul etmeyip harb etti. Yanında bulunanlara da “tekrar tekrar teslîm olun” denildi. Ancak 72’si de şehîd oluncaya kadar savaşa devâm ettiler.
Hazret-i Hüseyin, 680 (h. 61) senesinde Muharrem ayının onuncu günü, Sinân bin Enes Nehaî tarafından Kerbelâ’da şehîd edildi.
Mübârek oğlu Zeynelâbidîn küçük olduğu için öldürülmedi. Kadınlar ve Hazret-i Hüseyin’in mübârek başı Şâm’a gönderildi. Mübârek başı, Mısır’da “Karâfe Kabristanı”nda medfûndur.
Yarınki makâlemizde, inşâallah, “Oniki İmâm” konusuna devâm edeceğiz.