Pazar, Kasım 17, 2024
Makaleler

Ömrümüzden Bir Sene Daha Gitti

Takrîben 1,5 aydan fazla bir zaman evvel bir hicrî yıl tamâmlandı; bildiğiniz gibi, 15 Kasım 2012 Perşembe günü, yeni bir “Hicrî-kamerî sene”yi [1434 yılını] idrâkle şereflenmiştik. 3 gün önce de [mîlâdî 2012 senesi bitti] 2013 yılı başladı. Biz, bir mîlâdî yılı tamâmlamakla, ömrümüzden ne kadar zaman geçtiğini vurgulayacak olursak, tâm 8.760 sâat [ya’nî 525.600 dakîka] gitmiş olmaktadır ve bunların artık geri dönüşü de yoktur.

Cenâb-ı Hakk’ın bizlere olan en önemli lütuflarından birisi zamân ni’metidir. Sözlüklerde, “Vakit”, “Zaman” yerine, “zaman” da “vakit” yerine kullanılmaktadır.

ZAMANIN EHEMMİYETİ

Kur’ân-ı kerîmde, muhtelif âyet-i kerîmelerde, zamânın önemine dikkat çekilmiştir: “Fecir vaktine ve on geceye … andolsun” [Fecr, 1-2] [Bu sûrede, daha başka şeylere de kasem (yemîn) edilmiştir],(Karanlığı ile etrâfı) bürüyüp örttüğü zamân geceye, açılıp ağardığı vakit gündüze andolsun” [Leyl, 1-2], “Asra yemîn ederim ki insan zarardadır…” [Asr, 1-2]

Büyük âlim ve velîlerden İmâm-ı Rabbânî (rahmetullahi aleyh): “Vakitleri çok kıymetli ganîmet bilmelidir” buyurmuştur.

Onun oğlu, yine büyük âlim ve velî Muhammed Ma’sûm Fârûkî (rahmetullahi aleyh) de: “Vakit keskin bir kılıç gibidir. Kıymetli ve şerefli şeylere sarfetmek gerekir” buyurmuştur.

Allahü teâlânın bizlere ihsân buyurduğu sonsuz ni’metlerine şükretmeli, bunları yerli-yerinde kullanmalı, O’nun kullarına yardım ve hizmet etmeliyiz. İlmi olan ilminden, makâmı olan makâmından, malı olan da malından diğer insanları faydalandırmalıdır. Her gün, en iyi işleri yapmaya çalışmalıdır.

Şüphe yok ki, günümüz şartlarında takrîbî 60-70 senelik bir insan ömrü içerisinde, 1 sene çok mühim bir zamân dilimidir. Çünkü bir “Gün”: 24 sâat, 1.440 dakîka, 86.400 sâniye’dir. Bir yıl ise: 4 mevsim, 12 ay, 52 hafta, 365 gün ve 8.760 sâat [525.600 dakîka]dır.

ASLINDA BİZLER BU DÜNYÂDA BİRER YOLCUYUZ

Akıp giden zamân içerisinde, bize emânet edilen ömrümüzü tamâmlamaktayız.  Bizler bu dünyâda birer yolcu gibiyiz. Zâten bir hadîs-i şerîfte: “Dünyâda bir garîb veya yolcu gibi ol; kendini kabir ehlinden say” buyurulmuştur. Günün birinde ebediyet âlemine göçeceğiz. Yûnus Emre’nin de dediği gibi:  

Bu dünyâya gelen kişi,

  Âhir yine gitse gerek.

  Müsâfirdir, vatanına,

  Bir gün sefer etse gerek.

Diğer bir şiirde ise şöyle denilmiştir:

“Kısmetindir gezdiren yer yer seni,

  Gâfil olma, bir gün âkıbet yer yer seni.”

  [Ahmed İbn-i Kemâl Paşa]

Yalnız azamet ve ikrâm sâhibi Rabbi’nin zâtı bâkî kalacak” [Rahmân, 27] meâlindeki âyet-i kerîmede de ifâde edildiği gibi, Allahü teâlâ’nın zâtı dışındaki bütün varlıklar fânîdir, yok olacaklardır.

Bir şiirde denilmektedir ki:

“Kimseye bâkî değildir, mülk-i dünyâ, sîm ü zer [altın ve gümüş],

  Bir harâb olmuş kalbi ta’mîr etmektir hüner.

  Buna fânî dünyâ derler, durmayıp dâim döner.

  Âdemoğlu bir fenerdir, âkıbet birgün söner!”

BİR SENENİN EHEMMİYETİ ÇOK BÜYÜKTÜR

Bir senenin değil; yerine, zamanına ve şartlarına göre ayın, haftanın ve günün bile ehemmiyeti çok fazladır; hattâ sâatin, dakîkanın ve sâniyenin bile önemi ne kadar büyüktür.

Bana gelen bir mailde bu husûs şöyle ifâde edilmektedir:

“Bir senenin değerini anlamak için sınıfta kalmış bir öğrenciye sor.

Bir ayın değerini anlamak için, 8 aylık bir bebek dünyâya getiren anneye sor.

Bir haftanın değerini anlamak için, haftalık dergi çıkaran bir çilekeşe sor,

Bir sâatin değerini anlamak için, kavuşmayı bekleyen sevgililere sor.

Bir dakîkanın değerini anlamak için, treni kaçıran yolcuya sor.

Bir sâniyenin değerini anlamak için, bir kazâyı önleyemeyen sürücüye sor.

Bir sâniyenin yüzde birinin değerini anlamak için de olimpiyatlarda gümüş madalya kazanan koşucuya sor.”

Geçmiş günlerimize yönelik muhâsebe ve murâkabeler yaparak yeni yıllara girmeliyiz. İmâm-ı Gazâlî (rahmetullahi aleyh): “Bir müslümân, her akşam yatağına girince, o günün muhâsebesini yapmalıdır” buyuruyor. Esnâf, dükkânlarında her akşam kasayı kapatırken bunu yapmaktadırlar. Bizler de, her gün, her hafta, her sene kendi adımıza, âilemiz, milletimiz, müslümânlık ve insanlık uğruna ne gibi güzellikler, hayırlar, fedakârlıklar yaptığımıza bakmalıyız.

SÂHİP OLDUĞUMUZ BAZI Nİ’METLER

Aslında bizler, Allahü teâlânın lutfettiği çok büyük ni’metlere sâhibiz. Bu ni’metleri yerli yerinde kullanabiliyor muyuz? Bizler, yüz milyonlarca, hattâ milyarlarca kişiden daha şanslıyız. Çünkü bir takvîm yaprağının arkasındaki şu cümlelerde de, bizlerin sâhip olduğu büyük avantajlar şöyle dile getirilmektedir:

“Eğer bu sabâh sağ olarak uyanmış iseniz, dün ölen 330 bin insandan daha şanslısınız.

Eğer bu sabâh hastalıklı değil de sağlıklı uyanmış iseniz, şu anda hasta olan 1 milyar insandan daha şanslısınız.

Bir harp tehlikesi, işkence görme ihtimâli, sağ kalmama korkusu ve büyük bir tehlike ile karşı karşıya değilseniz, 500 milyon insandan daha iyisiniz.

Kilerinizde veya buzdolabınızda yiyeceğiniz, üzerinizde elbiseniz ve başınızı sokup uyuyabileceğiniz bir eviniz varsa, dünyâdaki 3 milyar insandan daha zenginsiniz.

Cebinizde veya emîn bir yerde paranız varsa, dünyânın en imtiyâzlı olan 1 milyar insanı arasındasınız.

Eğer bir şeyler okuyabiliyorsanız, bu demektir ki, okuma-yazma bilmeyen 2 milyar insandan biri değilsiniz.

Anneniz-babanız sağ ise ve boşanmamışlarsa, eşiniz ve çocuklarınızla mes’ûd bir âile iseniz, siz bu dünyâdaki nâdir insanlardan birisiniz. O hâlde ne duruyorsunuz, hâlinize şükredin!”

SENE, “ŞEMSΔ VE “KAMERΔ OLMAK ÜZERE İKİ TÜRLÜDÜR

Bilindiği gibi, uzunluk bakımından iki türlü sene vardır: Şemsî sene ve Kamerî sene. Tarih boyunca, bazı takvimler güneşin, bazı takvimler ayın, bazı takvimler de her ikisinin hareketleri esâs alınarak hazırlanmıştır. Şemsî sene, güneş senesi olup, yerkürenin [dünyânın] güneş etrâfında bir kerre döndüğü zamanı ifade eder ve 365,242 vasatî güneş günüdür. Kamerî sene ise, Ay küresinin [Ay’ın] yerküresi [Dünyâ] etrafında 12 kere döndüğü zaman olup 354,367 vasatî güneş günüdür.Güneş yılı, kamerî yıldan 10,875 gün daha uzundur.

Zamânı sene, mevsim, ay, hafta, gün ve sâat gibi sâbit bölümlere ayıran, dînî-millî günleri ve bayramları gösteren cetvellere “Takvîm” denir. Her milletin ve cem’iyetin kendisine esâs kabûl ettiği bir takvîmi olduğu gibi, birçok milletin müştereken kullandığı takvîmler de vardır.

Târîhler: Hicrî (Kamerî, Şemsî), Rûmî [Mâlî], Mîlâdî [Efrencî], Roma [Julien], Gregoryan Takvîmi ..…gibi isimler alırlar.

 [Gregoryan Takvîmini, Fransa ve İtalya 1582’de, Almanya 1700’de, İngiltere 1751’de, Bulgaristan 1917’de, Sovyetler Birliği 1918’de, Yunanistan 1923’te, Türkiye ise 1926’da kabûl etti.]

Takvîm için mühim bir hâdise, “târîh başı” olarak ele alınır. Meselâ Romalılar, Roma şehrinin kuruluşu olan M. Ö. 753 senesini; Eski Yunanlılar, ilk olimpiyat oyunlarının yapıldığı M. Ö. 776 senesini başlangıç olarak kabûl etmişlerdir. Hıristiyânlıkta bu başlangıç, Îsâ aleyhisselâmın doğumu zannedilen târîhtir. Îsâ aleyhisselâmın doğduğu yıla sıfır, ondan öncesine “mîlâttan önce”, sonrasına da “mîlâttan sonra” denilmiştir. 

Hicrî takvîmin başlangıcı ise, Peygamber Efendimiz Muhammed aleyhisselâmın Mekke-i Mükerreme’den Medîne-i Münevvere’ye hicretidir.

MÎLÂDÎ YILDAKİ NOKSANLIK

Mîlâdî yıl, müslümanların kullandıkları sene olan hicrî sene gibi doğru ve kat’î olmayıp, günü de, senesi de şüpheli ve yanlıştır. İmâm-ı Kastalânî, “Îsâ aleyhiselâmla Muhammed aleyhisselâm arasında, 963 yıl vardır” buyuruyor. (Mevâhib-i Ledünniyye)

Herkesçe bilindiği gibi, Sevgili Peygamberimiz, mîlâdî 622 yılında Mekke’den Medîne’ye hicret etti. 20 Eylül Pazartesi günü, Medîne’nin “Kubâ” köyüne geldi. Bu târih, Müslümânların “Hicrî-Şemsî” yılbaşı oldu. O yılın Muharrem ayının birinci günü de, “Hicrî-Kamerî” yılbaşı oldu. Muharrem ayının birinci günü olan ilk Hicrî-Kamerî senebaşı, milâdî 622 yılının Temmuz ayının, 16’sına rastlayan Cuma günü idi. 

“Takvîm-i Ebüzziyâ”da ifâde edildiğine göre, Îsâ aleyhisselâm, dünyada az bir müddet (33 sene) kalıp diri olarak göğe çıkarıldığından, kendisini ancak 12 havârî tanıyabilmiş, Îsevîler de az miktarda ve asırlarca gizli yaşamış olduklarından, Noel gecesi doğru olarak anlaşılamamıştır. 25 Aralık, 6 Ocak veya başka bir gündür; ya’nî kesin değildir.

Fârisî “Burhân-ı Kâtı’ ” isimli lüğat kitâbında da, “Mîlâdî yıl, en az 300 yıl noksândır. Çünkü Îsâ aleyhisselâm ile Muhammed aleyhisselâm arasındaki zaman, bin yıldan az değildir” denilmektedir.

İmâm-ı Rabbânî’nin bildirdiğine göre de, mîlâdî sene, üçyüz seneden fazla olarak noksândır ve Îsâ aleyhisselâm ile Muhammed aleyhisselâm arasındaki zaman, bin seneden az değildir.

Aristo’nun hocası, Sokrat’ın da talebesi olan meşhûr filozof Eflatun’un, M. Ö. 429 yılında doğduğu Avrupalılarca iddiâ ediliyorsa da, Îsâ aleyhisselâmın muâsırı, çağdaşı olduğu, “Burhân-ı Kâtı’”da yazılıdır. Diğer bazı Avrupalılara göre, onun vefâtının da, Îsâ aleyhisselâmın dünyâyı teşrîfinden 347 sene evvel olduğu iddiâ edilmektedir. İşte bunlar, mîlâdî takvîmin en az, 300-350 sene yanlış olduğunu gösterir.