Okulların Tatil Olması Dolayısıyla Eğitim Ve Gençlik Üzerine Birkaç Söz
Bildiğimiz gibi, 10 Haziran 2005 Cuma günü, güzel ülkemizin her yerindeki İlköğretim Okulları ile Liseler, yaz tatiline girdiler. Devlet ve Vakıf Üniversiteleri de, kendi akademik takvimlerine göre, muhtelif tarihlerde tatile girmiş bulunmaktadırlar. İşte biz bu münâsebetle, bu makalemizde, bir nebze, “gençlik ve eğitim” üzerinde durmak istiyoruz:
Eğitim kelimesinin, eski literatürümüzdeki adı “Terbiye”dir. “Terbiye” ise: “Kişiyi, yavaş yavaş, rûhen ve bedenen yetiştirmek, olgunlaştırmak” şeklinde tarif edilmektedir. “Terbiye”nin “edeblendirme, cezâlarını verme” şeklinde ikinci bir manâsı daha varsa da bu anlam, bugünkü makalemizin konusu değildir.
EĞİTİMDE ANA-BABA VE ÖĞRETMENİN ÖNEMİ
Terbiyenin tarifinden sonra, makalemizin hemen başında, Sevgili Peygamberimizin konuyla ilgili çok önemli bir hadîs-i şerîfini zikretmek yerinde olacaktır:
“Bütün çocuklar, fıtrat üzere (ya’nî müslümanlığa uygun ve elverişli olarak) dünyaya gelirler. Sonra bunları, anaları-babaları, yahûdî veya hıristiyân yâhûd mecûsî yaparlar”
Burada, müslümanlığın yerleştirilmesinde en mühim işin, çocukların ve gençlerin iyi terbiye edilmesi olduğunu görüyoruz. Yine bundan anlaşılıyor ki, bir çocuğa Yahûdîlik telkîn edilirse, Yahûdî olabilir. Hıristiyanlık ta’lîm edilirse, Hıristiyan olabilir. Mecûsîlik aşılanırsa, Mecûsî (ateşperest) olabilir. Ama İslâmiyet öğretilirse, temiz fıtratı devâm eder.
Dârul-Fünûn müderrislerinden (İstanbul Üniversitesi eski profesörlerinden) Seyyid Abdülhakîm Arvâsî (rahmetullahi aleyh) buyuruyor ki:
Evlât büyük nimettir. Ni’metin kıymeti bilinmezse, elden gider. Bunun için pedagoji yani çocuk terbiyesi, İslâm dîninde çok kıymetli bir ilimdir. O halde her müslümanın birinci vazîfesi, evlâdına dînini, îmânını, Peygamberini ve kitâbını (Kur’ân-ı Kerîm’i) öğretmektir.
Büyük âlim İmâm-ı Gazâlî de bir noktaya dikkat çekmektedir:
Çocuğun terbiyesine çok dikkat etmelidir. [Bilhâssa şu yaz aylarında,] onun kötü arkadaşlarla düşüp kalkmasına mâni olmalıdır. Kötü arkadaş, çocuğun edeb ve terbiyesini bozar.
ARKADAŞLA İLGİLİ BAZI ATASÖZLERİ
Bildiğimiz gibi, arkadaşla ilgili çok güzel atasözlerimiz vardır:
“Misçinin yanında duran mis kokar; isçinin yanında duran is kokar.”
“Arkadaşını söyle bana, kim olduğunu söyliyeyim sana.”
“Her kuş kendi cinsiyle uçar: Güvercin güvercinle; karga karga ile.”
“Üzüm üzüme baka baka kararır.”
“Kıratın yanında duran, ya huyundan ya suyundan alır.”
“Körle yatan şaşı kalkar.”
“Kötü arkadaş, zehirli yılandan daha beterdir. Çünkü yılan sâdece canını alır; ama kötü arkadaş, hem canını, hem de îmânını alır.”
Edeb, te’dîb kelimelerinin terbiye (eğitim) ve talîm (öğretim) kelimeleriyle çok yakın alâkası vardır. Eğer bir insan, edebli bir insan haline getirilebilirse, eğitimde istenilen maksada, arzû edilen hedefe kavuşulmuş demektir. Bu bakımdan, önemine binâen burada birazcık edepten bahsetmek gerekir.
HEDEF “İNSÂN-I KÂMİL” YETİŞTİRMEK OLMALIDIR
Burada, altını çizerek şunu ifade edelim ki:
Dînimizde, târihimizde, kültür ve medeniyetimizde eğitimden maksat “iyi insan”, orijinal ismiyle söylemek gerekirse “insân-ı kâmil” meydâna getirmektir.
Burada hemen, büyük İslâm âlimi İmâm-ı Gazâlî’nin bir sözünü hâtırlıyoruz.
Buyuruyor ki: “İnsanlar üç gruptur:
Birinci grup, gıdâ gibidir; herkese her zaman lâzımdır.
İkinci grup, devâ (ilâç gibidir); bazı insanlara bazen lâzım olur.
Üçüncü grup ise, illet (maraz, derd, hastalık) gibidir; herkes ondan kaçar, ama o, insanlara bulaşır.”
İnsanların, birinci gruptan olmaları yani herkese lâzım olan gıdâ gibi olmaları esâstır. İşte, bizim târih ve medeniyetimiz boyunca, eğitimimizin ana hedefi bu olmuştur.
PEYGAMBERLERİN GAYELERİ İYİ İNSAN MEYDANA GETİRMEKTİR
Zaten bütün insanlığa rehber olmuş olan Peygamberlerin târihini incelediğimizde de, hepsinin gâyesinin yüksek ahlâklı, iyi insanlar meydana getirmek olduğunu görüyoruz.
Şunu da önemle ifâde edelim ki, son Peygamber olan sevgili Peygamberimiz, kendisini bir muallim (eğitimci) olarak tanıtmış, eğitimcilik vasfını, gönderiliş sebepleri arasında zikretmiş, hayatı boyunca bunu tatbik etmiş ve muvaffakiyeti târihen sâbit, başarısı dost-düşman herkes tarafından kabul edilmiş bir eğitimcidir. Onun bu başarılarından istifâde etmek lâzımdır.
O, 23 senede, 150 bin mübârek insan, güzîde sahâbe meydâna getirmiştir. Onlar da, elli sene gibi çok kısa zaman zarfında, gâyet mahdût imkânlarla, Endülüs’ten Çin’e kadar olan geniş coğrafî bölgeleri fethedip oralara ilim, irfân, ahlâk, fazîlet, medeniyet, adâlet, hakkâniyet, insanlık, insan hakları, nûr ve hidâyeti, tek kelimeyle söylemek gerekirse, Allahü teâlânın mukaddes dîni İslâmiyyet’i götürmüşlerdir.
Dost-düşman herkesçe bilindiği gibi, Peygamberimizin ve O’nun izinden giden âlim ve velîlerin, nasıl kâmil cemiyetler meydâna getirdikleri açıkca ortadadır. Burada Karahanlılar, Gazneliler, Timuroğulları, Babürlüler, Selçuklular ve Osmanlıları misâl olarak zikredebiliriz.
İşte bütün bunlardan anlaşılıyor ki, eğitimde işin esâsı, hem kendisine faydalı, hem de âilesine, milletine, vatanına ve devletine faydalı unsurlar meydana getirmektir. İşte millî eğitimimizdeki ana hedef de bu olmalıdır.