Müslümânlar İçin Fıkıh İlminin Lüzûmu
Dünyâya gönderilen ilk insan ve aynı zamanda ilk peygamber olan Hazret-i Âdem’den i’tibâren bütün İlâhî (semâvî) dînler, îmân ve ibâdetlerin yanı sıra, toplumun sosyal hayâtını düzenleyen kâideleri de bildirmiştir. Her asırda gönderilen Peygambere, o asırda yaşayan insanların ihtiyaçlarını içine alan hükümler bildirilmiş ve o Peygamberler de bunları teblîğ edip tatbîkâtını yapmışlardır. Ne var ki, bu hükümler zamanla insanlar tarafından değiştirilmiş, İlâhî olmaktan çıkıp beşerî kâideler, kurallar hâline dönüşmüştür. Zamânımıza kadar sâdece ismini muhâfaza eden Tevrât, Zebûr ve İncîl ismindeki İlâhî kitaplar da, tahrîf edilmekten, değiştirilmekten kurtulamamıştır. Bu kitaplarda bildirilen şimdiki hükümler, dîn hüviyeti adı altında belli zümrelerin fikirlerini, düşüncelerini yansıtmaktadır. Dolayısıyle, zamânımızda bunların bildirdiği hukûk kurallarına, İlâhî hukûk gözüyle bakmak yanlış olur. İlâhî dînlerin sonuncusu olan İslâmiyetin mukaddes kitâbı Kur’ân-ı kerîmin bildirdiği hükümler, kurallar, hiç değişmeden zamânımıza kadar ulaşmıştır. Kıyâmete kadar, her asırdaki insanların ihtiyaçlarını karşılamaya devâm edecektir.
Müslümânların bilmeleri, öğrenmeleri gereken ilimlere “Ulûm-i İslâmiyye (İslâmî İlimler)” denir. İslâmî ilimler, “Aklî” ve “Naklî” ilimler olmak üzere ikiye ayrılır. “Naklî ilimler”, alelâde insanların akıllarının üstünde olup bunlar “Tefsîr”, “Hadîs”, “Kelâm (Akâid)”, “Fıkıh”, bunların “Usûl”leri ve “Tasavvuf” gibi ilimlerdir. Bunlara “Dîn Bilgileri” de denir. Bunlardan “Akâid”, “Fıkıh” ve “Tasavvuf (Ahlâk)” ilimlerini, ihtiyâç miktârınca öğrenmenin, kadın ve erkek, akıllı ve bâliğ her müslümâna farz-ı ayın, diğerlerini öğrenmenin ise farz-ı kifâye olduğu, İslâm âlimlerince ifâde edilmektedir.
“Aklî ilimler”, akıl ile incelenerek, tecrübe edilerek elde edilen ilimler olup, naklî ilimlerin anlaşılmasına ve tatbîk edilmesine yardımcıdırlar. Bu bakımdan bunların da öğrenilmesinin farz-ı kifâye olduğu belirtilmektedir. “Fen Bilgileri” de denilen bu ilimler, matematik, mantık ve diğer tecrübî ilimlerdir.
“İslâm Hukûku” diye anılan hukûk sistemi, bütün beşerî hukûk sistemlerinden ayrı bir yapıya sâhiptir. Kaynağı İlâhî olup, insanların düşüncelerinden doğmamıştır; tamâmen dînî hükümlere dayanmaktadır. Bu hükümler, biraz sonra bahsedeceğimiz gibi, Kur’ân-ı kerîmden, hadîs-i şerîflerden, icmâ’dan ve yüksek dîn âlimlerinin ictihâdlarından çıkmıştır. Bunlar, her zaman ve her yerde geçerlidir ve bir değişiklik olmaz. Kur’ân-ı kerîm’in bildirdiği İlâhî hükümler, Hazret-i Muhammed’in (aleyhisselâm) hadîsleri, sözleriyle açıklanmış, “İslâm hukûku” ismi ile kitaplara geçmiş, müslümânlar tarafından günümüze kadar öğrenilip uygulamaya konulmuştur.
Kur’ân-ı kerîmin bildirdiği hükümlerin bir kısmı, Allahü teâlânın haklarını, diğer kısmı ise, insanların haklarını bildirmekte ve bunların muhâfazasını sağlamaktadır. Îmân etmek ve ibâdet vazîfelerini yerine getirmek Allah’ın hakkıdır. İnsanların cem’iyet hayâtında, daha çok günlük hayâtı ilgilendiren muâmelelerinde, âilenin kurulması ve sona ermesini sağlayan sözleşmelerde, tek taraflı tasarruflarda ve İslâm dîninin suç olarak bildirdiği fiilleri işleyenlerin cezâlandırılmasında şahısların hakları düzenlenmiş olup, her biri hakkında ayrı ayrı hükümler konulmuştur.
İşte “İslâm hukûku”na dâhil bütün bu mevzûları, konuları düzenleyen ve öğreten ilme “Fıkıh ilmi” denir. Fıkıh ilmini ilk olarak sistemleştiren İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe’dir. Onun talebeleri ve diğer müctehid âlimler daha da geliştirmişlerdir.
Burada netîce olarak söylemek gerekirse, İlâhî dînlerin, en son halkası ve İlâhî hukûkun zamânımıza kadar hiç değişmeden hayâtiyetini devâm ettiren tek temsîlcisi olan “İslâm Hukûku”, dört ana kaynağa dayanmaktadır:
1.Kur’ân-ı Kerîm: İslâmın temel hükümlerini vecîz olarak ihtivâ etmektedir. Bunun için müctehid olmayanlar Kur’ân-ı kerîmi doğru olarak anlayamazlar.
2.Hadîs-i Şerîfler: Peygamberimiz Hazret-i Muhammed’in sözleridir. Hadîsler, Kur’ân-ı kerîmi açıklar. Hadîsleri de, ancak ihtisâsı olan âlimler tâm olarak anlayabilirler.
3.İcmâ: İctihâd derecesine yükselmiş müctehid âlimlerin, dînî bir mevzûdaki sözbirliğidir.
4.Kıyâs: Müctehid âlimlerin, hükmü bildirilmeyen bir mes’eleyi, benzerlerini bularak, hükmü bilinen önceki bir mes’eleye göre netîcelendirmeleridir.
Bunlara ilâveten İslâm hukûkunda, İslâm dîninin temel esâslarına muhâlif olmayan “örf ve âdetler” de kaynak olarak alınmıştır. İslâm hukûku, bildirilen bu kaynaklarla, insanların mes’elelerini çözmektedir. İslâm âlimleri, toplumun her kesimindeki insanların anlayacağı şekilde fıkıh, ilmihâl kitapları yazarak bu hükümlerin, kuralların anlaşılmasını ve uygulanmasını sağlarlar. [Aslında bu mevzû, son derece mühim, önemli ve aynı zamanda çok uzun bir konu olduğundan, tek bir makâle çerçevesine sığmaz. Bu bakımdan, inşâallah muhtelif zamanlarda, değişik isimlerle konuyu ele almaya devâm edeceğiz.]
FIKIH İLMİ HERKESE LÂZIMDIR
Sözlükte, genel olarak “bilmek ve anlamak”; özel olarak ise “İslâmiyeti bilmek ve anlamak” demek olan “Fıkıh İlmi”, bir terim olarak “ahkâm-ı şer’ıyye”yi bildiren ilme ad olarak verilmiştir. Yukarıda “ahkâm-ı İlâhiyye veya şer’iyye yahut fıkhiyye” denilen dînî hükümlerden genişçe bahsettik. Bu ilim (fıkıh ilmi) “tefsîr”, “hadîs” ve “kelâm” ilimlerinden sonra en şerefli ilimdir. Kıymetli bir fıkıh kitâbını okumak, geceleri nâfile namâz kılmaktan dahâ sevâptır. Âlimlerden okumak da, yalnız okumaktan dahâ sevâplıdır.
Îmânla ilgili konuları “Akâid İlmi” bildirdiği gibi, insanların yapmaları ve yapmamaları lâzım olan işleri de fıkıh ilmi bildirir. Fıkıh bilgileri, “Kur’ân-ı Kerîm”, “Sünnet / Hadîs-i Şerîfler”, “İcmâ-ı Ümmet” ve “Kıyâs”dan alınmakta, çıkarılmaktadır. Bilindiği gibi, fıkhın bu dört kaynağına “Edille-i Şer’ıyye” denir. Eshâb-ı kirâm ve bunlardan sonraki asırda gelen müctehidlere “Selef-i Sâlihîn” ve bunların söz birliğine de “İcmâ-ı Ümmet” adı verilir. Kur’ân-ı kerîm veyâ hadîs-i şerîfler yahut icmâ-ı ümmetten çıkarılan ahkâm-ı şer’ıyyeye, dînî hükümlere ise “Kıyâs-ı Fukahâ” denilir.
Müctehidler, yukarıdaki dört kaynakdan ahkâm çıkarırlarken dört “Mezheb”e ayrılmışlardır. Genel olarak fıkıh ilminin temellerini atan, kâidelerini sistemli bir şekilde ilk def’a ortaya koyan İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe’dir. Hanefî mezhebindeki hükümler, Eshâb-ı Kirâm’ın büyüklerinden, bilhâssa Abdullah bin Mes’ûd’dan (radıyallahü anh) alınmıştır. Ya’nî, mezhebin reîsi olan İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe, fıkıh ilmini, Hammâd’dan, Hammâd da, İbrâhîm-i Nehâî’den, bu da Alkame’den, Alkame de, Abdullah bin Mes’ûd’dan (radıyallahü anhüm), bu da Resûl-i Ekrem’den (sallallahü aleyhi ve sellem) almıştır.
Konuyla ilgilenenlerin bildikleri gibi, hukûk ilminin temellerini müslümânlar atmışlar ve hukûkun sâhasını da çok genişletmişlerdir. “Hukûk Metodolojisi”, “Devletler Hukûku”, “Amme Hukûku” ve “Hukûk Sosyolojisi” gibi birçok ilmin kurucuları müslümânlar olmuşlardır. İmâm Şâfiî’nin “er-Risâle”si, İmâm Muhammed Şeybânî’nin “es-Siyeru’l-Kebîr”i ve buna İmâm Serahsî’nin yaptığı şerhi, İmâm Mâverdî’nin ve Kâdî Ebû Ya’lâ’nın “el-Ahkâmu’s-Sultâniyye”leri ve daha başka zikredebileceğimiz birçok eser, bu sâhada yazılan ilk eserleri teşkîl ederler.
“Fıkıh İlmi”nde, daha ziyâde husûsî (özel) hukûkun konuları arasında yer alan hükümler düzenlenmektedir.
İslâm Kamu Hukûkunun hilâfet (devlet başkanlığı) ve bunun kamu görevlerinden olan cihâd (İslâmiyeti yaymak), adâleti gerçekleştirmek, zekât, cizye ve harâcın tarh ve tahsîli, cezâların tenfîzi gibi husûsları, siyer ve fıkıh kitaplarında geniş olarak açıklanmıştır.
FIKIH İLMİNİN DALLARI
“Fıkıh İlmi” çok geniş olup başlıca dört büyük kısma ayrılmaktadır:
1.İbâdetler: Bunlar Yüce Allah’ın hakları olup, namaz, oruç, zekât, hac ve cihâd olmak üzere beşe ayrılır. Her birinin dalları çoktur. Takdîr edileceği üzere, bunlar günümüzdeki hukûkun konuları arasında değildir. [Cihâd konusunu, önemine binâen, inşâallah müstakil bir makâlede ele almak istiyoruz.]
2.Münâkehât: İslâm âile hukûkunun bütün konularını bildiren bu bölümün evlenme, boşanma, nafaka gibi birçok dalları vardır.
3.Muâmelât: Mâlî konuları düzenleyen eşyâ hukûku (aynî haklar) ile, borçlar hukûku ve ticâret hukûkunun konularını içine alır. Alışveriş, kirâ, şirketler, fâiz, mîrâs vs. gibi birçok bölümleri vardır. Mîrâs hukûku “Ferâiz İlmi” adı altında geniş olarak anlatılmaktadır. Muâmelâtın birçok bölümleri Mecelle’de 1851 madde hâlinde kânûn şekline getirilmiştir.
4.Ukûbât: İslâm cezâ hukûkunu ve usûl hukûkunu düzenleyen kısımdır. Kur’ân-ı kerîm’de beş çeşit cezâ açıkça bildirilmiştir. Bunlar “kısâs” ile birlikte, “sirkat (hırsızlık)”, “zinâ”, “kazf (zinâ iftirâsında bulunmak)” ve “riddet (mürted olmak, müslümânlıktan ayrılmak)” suçlarının cezâlarıdır.
“Ukûbât” aslında; “Kısâs”, “Had” ve “Ta’zîr” olmak üzere üç ana kısma ayrılır. Kısâs, öldürmek ve yaralamak suçlarında uygulanır. Had cezâsı da, beş suçta tatbîk olunur. Bunlar; “zinâ”, “şarâp içmek (alkollü içkiyle sarhoş olmak)”, “bir kimsenin (erkek veya kadın) nâmûsuna iftirâda bulunmak”, “hırsızlık” ve “yol kesicilik”tir. Ta’zîr, hadden daha hafîf cezâ ile cezâlandırmak olup bunların suçluya takdîri hâkime âittir. Ta’zîr cezâları çok çeşitli olup tenbîh, ihtâr, tekdîr, dövmek, hapsetmek ve öldürmeye kadar gider. Suça ve şahsa uygun olan cezâ verilir.
Fıkıh ilmi, insanların yapması ve yapmaması lâzım olan işleri bildirir. Fıkhın ibâdât (ibâdetler) kısmını kısaca öğrenmek, her müslümâna farz-ı ayındır. Münâkehât ve mu’âmelât kısımlarını öğrenmek ise farz-ı kifâyedir; ya’nî, başına gelenlerin öğrenmeleri farz olur. Her müslümânın, fıkhın dört kısmını, dârü’l-harbde de İslâmiyete uygun yapması, uşr (öşür) vermesi lâzımdır. Meselâ, kâfir ve mürted kadınların avret yerlerine, başlarına, kollarına, bacaklarına bakmak, dârü’l-harbte de harâmdır. Mu’âmelât ve ukûbât kısımlarını, zimmîlerin de, ya’nî gayr-i müslim vatandaşların da öğrenmeleri lâzımdır. Çünkü zimmînin de mu’âmelâta ve ukûbâta uymasını İslamiyet emretmektedir. Dârü’l-islâmda bulunan kâfir müste’minin yalnız mu’âmelâta uyması lâzımdır. [Bunlarla ilgili çok tafsîlât bulunmaktadır; fıkıh kitaplarına bakılması gerekir.]
Yukarıda ifâde ettiğimiz gibi, Fıkıh ilmini ilk sistemleştiren İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe, geliştiren de başta onun talebeleri olmak üzere, diğer müctehid imâmlardır. Hanefî mezhebindeki ahkâm-ı şer’iyye, Eshâb-ı kirâmdan Abdullah ibn-i Mes’ûd’dan başlıyan yol ile meydâna çıkarılmıştır. İmâm Ebû Yûsüf, Muhammed, Züfer bin Hüzeyl ve Hasan bin Ziyâd, hep, İmâm-ı A’zamın talebesidirler. Bunlardan, İmâm Muhammed, dîn bilgilerinde, 1.000 (bin) kadar kitap yazmıştır. Talebesinden olan İmâm Şâfiî’nin annesini nikâh ettiği için, ölünce, kitâbları, İmâm Şâfiî’ye mîrâs kalarak, onun bilgisinin artmasına hizmet etmiştir. Bunun için İmâm Şâfiî: “Yemîn ederim ki, fıkıh bilgim, İmâm Muhammed’in kitâblarını okumakla arttı. Fıkıh bilgisini derinleştirmek istiyen, Ebû Hanîfe’nin talebesi ile beraber bulunsun” demiştir. Bir kerre de: ”Bütün müslümânlar, İmâm-ı A’zamın ev halkı, çoluk-çocuğu gibidir” buyurmuştur. Ya’nî, bir adam, çoluk-çocuğunun nafakasını kazandığı gibi, İmâm-ı A’zam da, insanların, işlerinde muhtâc oldukları dîn bilgilerini meydâna çıkarmayı kendi üzerine almış, herkesi güç bir şeyden kurtarmıştır.
Fıkıh ilminden müstağnî kalmak mümkün değildir. Müctehid olmayan kişilere, fıkıh ilmini terk ettirip onları sâdece Kur’ân-ı kerîme yönlendirmek, hiç hukûk tahsîli olmayan kişilere, “siz kânûn, tüzük, yönetmelik ve diğer bütün hukûkî metinleri bırakıp sâdece anayasa okuyun” demekten farksızdır.
FIKIH ÂLİMLERİNİN TABAKALARI
Bilindiği gibi “Tefsîr”, “Hadîs” ve “Kelâm” ilimlerinden sonra en şerefli, en kıymetli ilim “Fıkıh” ilmidir.
“Fıkıh”; İslâm dîninde, müslümanların bedenle yapmaları veya sakınmaları lâzım olan işleri bildiren ilmin adıdır. “Fıkıh” kelimesi genel olarak “bilmek, anlamak” veya husûsî olarak “dînin emir ve yasaklarını anlamak” demektir. Fıkıh bilgileri, İslâm’ın dört kaynağı olan “Edille-i Şer’iyye”den, yâni “Kur’ân-ı Kerîm”, “Sünnet-i Seniyye=Hadîs-i Şerîfler”, “İcmâ-ı Ümmet” ve “Kıyâs-ı Fukahâ”dan elde edilmektedir. Fıkıh bilgilerinin, âyet-i kerîmelerden ve hadîs-i şerîflerden nasıl çıkarıldığını öğreten ilme ise, “Usûl-i Fıkıh” denir.
Büyük İslâm âlimi olan müctehidler, bu dört kaynaktan hükümler çıkarırken, mezheplere ayrılmışlardır. Bunlardan dört mezhebin bildirdiği dîn bilgileri kitaplara geçirilip, bize kadar ulaştırılmıştır. Bunlar; Hanefî, Mâlikî, Şâfiî ve Hanbelî mezhepleridir. Diğer mezhep imâmlarının bütün sözleri toplanarak kitaplara geçirilememiş, zamânımıza kadar ulaştırılamamıştır.
Fıkhın “ibâdât” kısmını kısaca öğrenmek her müslümâna farzdır. Her müslümânın helâlden, harâmdan kendisine lâzım olan fıkıh bilgilerini öğrenmesi lâzımdır. “Münâkehât” ve “muâmelât” kısımlarını öğrenmek ise farz-ı kifâyedir. Ya’nî başına gelenlerin öğrenmeleri farz olur.
Farzlardan sonra ibâdetlerin en kıymetlisi, kendisine lâzım olan fıkhî ma’lûmâtı ve diğer bilgileri öğrenmektir. Fıkıh bilgisi okumak, geceleri nâfile namaz kılmaktan daha sevâptır.
Fıkıh ile ilgili olarak hadîs-i şerîflerde buyurulmuştur ki:
“Her şeyin dayandığı bir direk vardır. Dînin temel direği de, fıkıh bilgisidir.”
“İbâdetlerin efdali, en kıymetlisi, fıkıh öğrenmek ve öğretmektir.”
“Allahü teâlâ, bir kuluna hayır murâd ederse, iyilik etmek isterse, onu dînde fakîh (fıkıh ilmini bilen) yapar.”
“Bir kimse fakîh olursa, Allahü teâlâ, onun özlediği şeyleri ve rızkını, ummadığı yerlerden gönderir.”
Fıkıh ilmini ilk kuran, ilk def’a sistemleştiren İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe’dir. İmâm Ebû Yûsuf ve İmâm Muhammed Şeybânî, hocasından öğrendikleri bütün fıkıh bilgilerini kitaplara geçirmişlerdir. İmâm-ı A’zâm hazretleri, fıkıh bilgilerini toplayarak, kısımlara kollara ayırdığı ve usûl, metodlar koyduğu gibi, Resûlullah’ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ve Eshâb-ı kirâmın (aleyhimü’r-rıdvân) bildirdiği i’tikâd, îmân bilgilerini de topladı. Bunları “Fıkh-ı Ekber” adındaki kitâbında kısa, öz olarak çok güzel açıkladı. Talebeleri silsilesinde bulunan Ebû Mansûr-i Mâtürîdî, i’tikâdda mezheb imâmımız oldu.
Büyük tefsîr ve hadîs âlimleri bulunduğu gibi, büyük fıkıh âlimleri de vardır. Fıkıh ilimlerinde yetişen ve söz sâhibi olan İslâm âlimleri, yedi sınıfa ayrılmaktadır.
Birçok “Fıkıh” ve “Usûl-i Fıkıh” kitabında “müctehidlerin ve fukahânın tabakaları” genişçe zikredilmektedir. Kemâl Pâşâ-zâde Ahmed bin Süleymân Efendi’nin, “Vakfu’n-niyyât” isimli kitâbında zikrettiğine göre, “Fıkıh âlimleri” yedi tabakadır. Bu yedi dereceyi, merhûm Ahmed bin Kemâl Paşa şöyle anlatıyor:
1-İslâmiyette “mutlak müctehid” olan âlimlerdir. [Bunlara “dînde müctehid”, “şerîatte müctehid” gibi isimler de verilir.] Bunlar, “Edille-i erbea” [denilen 4 dînî delîl]den hüküm çıkarmak için, usûl ve kâideler koymuşlar ve koydukları bu esâslara göre, ahkâm çıkarmışlardır. Dört [büyük] mezhep imâmı bunlardandır.
2-“Mezhepte müctehid”lerdir. Bunlar, kendi mezhep reîslerinin koydukları kâidelere uyarak, dört delîlden ahkâm çıkaran İmâm Ebû Yûsüf, İmâm Muhammed ve benzerleridir.
3-“Mes’elelerde müctehid” olanlardır. Bunlar, kendi mezhep reîsinin bildirmediği mes’eleler için, mezhebinin usûl ve kâidelerine göre ahkâm çıkarırlarsa da, bu hükümleri İmâma uygun çıkarmaları şarttır. İmâm Ebû Ca’fer Tahâvî (h. 238-321 / m. 852-933), Hassâf Ahmed bin Ömer (h. 261 / m. 875), Abdullah bin Hüseyin Kerhî (h. 340 / m. 951), Şemsü’l-eimme Halvânî (h. 456 / m. 1064), Şemsü’l-eimme Serahsî (h. 483 / m. 1090), Fahrü’l-İslâm Ali bin Muhammed Pezdevî (h. 400-482 / m. 1010-1089), Kâdîhân Hasen bin Mansûr Fergânî (h. 592 / m. 1196) ve benzerleri gibi.
4-“Eshâb-ı tahrîc”, ictihâd derecesinde olmayıp, müctehidlerin çıkardıkları, kısa, kapalı hükümleri açıklıyan âlimlerdir. Ahmed bin Ali bin Ebî Bekr Râzî (h. 370 / m. 980) bunlardandır. “Cessâs” ismi ile mâruftur.
5-“Erbâb-ı tercîh”, müctehidlerden gelen birkaç rivâyet arasından birini tercîh ederler. Ebü’l-Hasen Kudûrî (h. 362-428 / m. 973-1037), “Hidâye” sâhibi Burhâneddîn Ali Merğînânî (h. 593 / m. 1198’de Buhârâ katliâmında Cengiz askeri tarafından şehit edildi) ve Kemâleddîn İbn-i Hümâm gibi.
6-“Eshâb-ı temyîz”, mukallidler olup, bir mes’ele hakkında gelen çeşidli haberleri, kuvvetlerine göre sıralayıp yazmışlardır. Kitaplarında reddedilen rivâyetler yoktur. “Kenzü’d-dekâık” sâhibi Ebü’l-berekât Abdüllah bin Ahmed Nesefî (h. 710 / m. 1310) ve “Muhtâr” sâhibi Abdüllah bin Mahmûd Mûsulî (h. 683 / m. 1284) ve “Vikâye” sâhibi Burhânü’ş-şerî’a Mahmûd bin Sadrü’ş-şerî’a Ubeydüllah (h. 673 / m. 1274) ve “Mecmau’l-bahreyn” sâhibi İbnü’s-sââtî Ahmed bin Ali Bağdâdî (h. 694 / m. 1295) bunlardandır.
7-Önceki tabakalardaki âlimlerin kitaplarından doğru olarak nakil yapabilen, onları bildiren “mukallidler”dir. (Bunlar okuduklarını iyi anladıkları ve anlamıyan mukallidlere açıkladıkları için, fıkh âlimlerinden sayılmışlardır.) Tahtâvî, İbn-i Âbidîn bu tabakanın âlimlerindendir. [Bu geniş konuda, fırsat buldukça makâleler yazmaya çalışacağız inşâallah.]