Pazar, Nisan 20, 2025
Makaleler

Mübârek Ramazân Ayı Çok Yaklaştı

İslâmın beş şartından [ilk üçü olan kelime-i şehâdet getirmek, namaz kılmak ve zekât vermekten sonra] dördüncüsü, mübârek Ramazân ayında, hergün oruç tutmaktır [Bilindiği üzere beşincisi de hacca gitmektir.]

Oruç tutmak, müslümânlara, Peygamber Efendimizin Mekke-i mümerremeden Medîne-i münevvereye hicretinden onsekiz ay sonra, Şa’bân ayının onuncu günü, Bedir gazâsından da bir ay önce farz kılındı.

Sevgili Peygamberimiz, “Sahîh-i Buhârî”de zikredilen bir hadîs-i şerîfinde şöyle buyurmuştur: “Bir kimse, Ramazân ayında oruç tutmayı farz bilir [vazîfe bilir] ve orucun sevâbını, Allahü teâlâdan beklerse, geçmiş günâhları affolur.”

Bu hadîs-i şerîften anlaşılıyor ki, orucun Allahü teâlânın emri olduğuna inanmak ve sevâp beklemek lâzımdır. Günün uzun olmasından ve oruç tutmanın güç olmasından şikâyet etmemek şarttır. Günün uzun olmasını, oruç tutmayanlar arasında güçlükle oruç tutmayı, fırsat ve ganîmet bilmelidir.

 “Ramazân”, sözlük ma’nâsı i’tibâriyle “yanmak” demektir. Çünkü bu ayda oruç tutan ve tevbe edenlerin günâhları yanar, yok olur.

Peygamber Efendimiz, bir sene, Medîne-i Münevvere’deki Mescid-i Nebevîlerinde, Şa’bân-ı muazzam ayının son günü îrâd buyurdukları bir hutbelerinde şöyle buyurmuşlardır:

“Ey müslümanlar! Üzerinize öyle büyük bir ay gölge vermek üzeredir ki, bu aydaki bir gece -ki bu Kadir gecesidir- bin aydan hayırlıdır, daha faydalıdır. Allahü teâlâ, bu ayda, hergün oruç tutulmasını emretti. Bu ayda, geceleri terâvîh namazı kılmak da sünnettir.

Bu ayda, Allah için ufak bir iyilik yapmak, başka aylarda, farz yapmak gibidir. Bu ayda, bir farz yapmak, başka aylarda yetmiş farz yapmak gibidir.

Bu ay, sabır ayıdır. Sabredenin gideceği yer Cennet’tir. Bu ay, iyi geçinmek ayıdır.

Bu ayda mü’minlerin rızkı artar. Bir kimse, bu ayda, bir oruçluya iftâr verirse, günâhları affolur. Hak teâlâ, onu Cehennem âteşinden âzâd eder. O oruçlunun sevâbı kadar, ona sevâp verilir.”

Resûlullahın (aleyhisselâm) bu hutbesini dinliyen Eshâb-ı kirâm (radıyallahü anhüm) dediler ki:

“Yâ Resûlallah! Her birimiz, bir oruçluya iftâr verecek, onu doyuracak kadar zengin değiliz. Biz, bu büyük sevâptan mahrûm mu kalacağız?”

Resûlullah (aleyhisselâm), Eshâbına şöyle cevap verdi:

“Bir hurma ile iftâr verene de, yalnız su ile oruç açtırana da, biraz süt ikrâm edene de, bu sevâp verilecektir. Bu ay, öyle bir aydır ki, ilk günleri rahmet, ortası afv ve mağfiret ve sonu Cehennem’den âzâd olmaktır. Bu ayda, emri altında olanların vazîfesini hafîfletenleri Allahü teâlâ affedip Cehennem âteşinden kurtarır.”

Peygamber Efendimiz, hutbelerinin devâmında şöyle buyurmuşlardır:

“Bu ayda şu dört şeyi çok yapınız! Bunun ikisini Allahü teâlâ çok sever. Bunlar, ‘Kelime-i şehâdet söylemek’ ve ‘istiğfâr etmektir.’ İkisini de, zâten her zaman yapmanız lâzımdır. Bunlar da, ‘Allahü teâlâ’dan Cennet’i istemek’ ve ‘Cehennem âteşinden O’na sığınmaktır.’ Bu ayda, bir oruçluya su veren bir kimse, kıyâmet günü susuz kalmıyacaktır.”

Resûlullah Efendimiz (aleyhisselâm) bir hadîs-i şerîfinde de: “Ramazân ayı gelince, Cennet kapıları açılır. Cehennem kapıları kapanır ve şeytânlar bağlanır” buyurmuştur.

ORUÇ HER DÎNDE VARDI 

 Âdem aleyhisselâmdan beri oruç tutulurdu. Ya’nî daha önceki ümmetler de oruç tutarlardı. [Meselâ kitaplarda, Davûd aleyhisselâmın orucu anlatılır; o, bir gün oruç tutar, bir gün yerdi; bir sene böyle devâm ederdi. Buna “Savm-ı Dâvûdî” denilir. Bunun en fazîletli nâfile oruç olduğunu, Peygamber Efendimiz haber vermiştir.]

Bugün bozulmuş, aslından uzaklaştırılmış hâlde bulunan Yahûdîlik ve Hıristiyânlıkta da oruc vardı. Nitekim Kur’ân-ı kerîm’deki oruçla ilgili âyetlerde [Bakara, 183-185], bu ibâdetin daha önceki milletlere de farz kılındığı belirtilmektedir.

Hattâ aslı hak bir dîne dayanmayan, bâtıl, bozuk inançlarda da oruca benzer ibâdetler görülmektedir. Bu ibâdetler, daha önce o bölgelerde yaşamış Hak Peygamberlerden kalmış olabilir. Bozula bozula bugünkü hâle gelmiştir.

[Alfabetik olarak zikredecek olursak] Asurlular’da oruca büyük önem verdikleri bilinmektedir.

Azteklerin [Amerika’da] oruç tuttukları, hattâ Aztek’lerde ibâdetin büyük bir kısmının riyâzetten ibâret bulunduğu belirtilmektedir.

Babilonya’da da oruca ehemmiyet verilirdi.

Brahmanizm’de mahallî ayların onbirinci ve onikinci günlerinde oruç tutmak gelenek hâline gelmiştir. Brahmanlar hasta ve yaşlıları dahî oruçtan muâf tutmaz, hattâ bazıları nefsânî arzûlarını yenmek için onbeş gün kadar oruç tutarlardı.

Budizm’de oruç daha önemlidir. Gâyeye ulaşabilmek için konulan esâslardan biri, iki ayda bir oruç tutmaktır. Kurtuluş ancak arzûları terk etmekle mümkündür; bunun da bilinen ve en çok kullanılan şekli oruç tutmaktır.

Güney Asya’daki Hint dînlerinde oruç sıkı bir terbiye vâsıtası olarak hâlâ görülmektedir. Hinduizm’de oruç genellikle nefsi tezkiye için senenin muayyen günlerinde ve bayramlarda tutulur. Duâ ve ibâdetle geçirilen günlerde çoğunluk yemek yemez, bütün geceyi kutsal kitaplarını okuyarak geçirirler. Oruç daha çok, bazı besinleri yememe ya’nî bir nevi perhîz şeklindedir. Bazı günlerde ise sâdece kadınlar oruç tutarlar.

Maniheizm’de de oruç, perhîz ve riyâzetin bulunduğu bilinmektedir. Manilik inancına göre oruç, ışığı gönderen güneş ve aya duâ etmek maksadıyla tutulur.

[Eski] Mısırlılarda orucun genellikle dînî bayramların yanında yer aldığı görülmektedir.

Peruluların oruç tuttukları da bilinmektedir.

Romalılar ve [Eski] Yunanlıların da diğer milletler gibi, oruca önem verdikleri ve ictimâî felâketlerden kurtulabilmek için oruç tuttukları bilinmektedir.

İlkellerin inancı olarak kabûl edilen Totemizm’de ise perhîz ve riyâzet gibi fiiller ile tövbe törenleri dînin esâsını teşkîl eder.

MÜBÂREK RAMAZÂN AYINDA, ÜMMET-İ MUHAMMED’E İHSÂN EDİLEN BEŞ ŞEY

Câbir bin Abdillah (radıyallahü anhümâ) hazretlerinin haber verdiği bir hadîs-i şerîfte, Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur:

“Allahü teâlâ benim ümmetime, Ramazân-ı şerîfte beş şey ihsân eder ki, bunları hiçbir peygambere vermemiştir:

1- Ramazân ayının birinci gecesi, Allahü teâlâ mü’minlere rahmet eder. Rahmet ile baktığı kuluna hiç azâp etmez.

2- İftâr zamanında, oruçlunun ağız kokusu, Allahü teâlâya, her kokudan daha güzel gelir.

3- Melekler, Ramazân’ın her gece ve gündüzünde, oruç tutanların affolmaları için duâ ederler.

4- Allahü teâlâ, oruç tutanlara, âhırette vermek için, Ramazân-ı şerîfte Cennet’te yer ta’yîn eder.

5- Ramazân-ı şerîfin son günü, oruç tutan mü’minlerin hepsini affeder. Ya’nî Ramazân ayının tamâmını oruçlu geçirenleri affeder.”

RAMAZÂN AYI AYLARIN EN KIYMETLİSİDİR

İslâm âlimlerinin büyüklerinden İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyurmuştur ki:

“Ramazân-ı şerîf ayında yapılan nâfile namaz, zikir, sadaka ve diğer bütün ibâdetlere verilen sevâblar, başka aylarda yapılan farzlara verilen sevaplar gibidir. Bu ayda yapılan bir farz, başka aylarda yapılan yetmiş farz gibidir. Bu ayda, bir oruçluya iftâr verenin günâhları affolur; Cehennem’den âzâd olur. O oruçlunun sevâbı kadar, ayrıca buna da sevâb verilir. O oruçlunun sevâbı da hiç azalmaz.

Bu ayda, emri altında bulunanların [ya’nî işçinin, me’mûrun, askerin ve talebenin] işlerini hafîfleten, onların ibâdet etmelerine kolaylık gösteren âmirler [meselâ patronlar, âmirler, kumandânlar ve müdürler] de affolurlar; Cehennemden âzâd olurlar.

Resûlullah, bu ayda, esîrleri âzâd eder, kendisinden istenilen her şeyi verirdi. Bu ayda ibâdet ve iyi iş yapabilenlere, bütün sene, bu işleri yapmak nasip olur.

Bu aya saygısızlık edenin, günâh işleyenin bütün senesi, günâh işlemekle geçer. Bu ayı fırsat bilmelidir. Elden geldiği kadar ibâdet etmelidir. Allahü teâlânın râzî olduğu işleri yapmalıdır.

Bu ayı, âhıreti kazanmak için fırsat bilmelidir. Kur’ân-ı kerîm Ramazân ayında indi. Kadir gecesi, bu aydadır…..”

FIRSATI KAÇIRMAMALI

 Bu ayı, âhıreti kazanmak için fırsat bilip, elden geldiği kadar ibâdet etmeli, Allahü teâlânın râzî olduğu işleri yapmalıdır.

Allahü teâlânın gazabına sebep olabilecek bütün kötülüklerden, harâmlardan sakınmak, îmân, ibâdet bilgilerini, harâmları öğrenmek, kul haklarından sakınmak, varsa helâlleşmek, günâhlardan tevbe etmek lâzımdır.

Herşeyden önce, i’tikâdı düzeltmelidir. Ehl-i Sünnet âlimlerinin bildirdikleri i’tikâdı öğrenmek ve buna göre inanmak lâzımdır. İ’tikâd düzgün olmazsa, tutulan oruçların, yapılan diğer ibâdetlerin bir fâidesi olmaz.

Çünkü i’tikâdı bozuk olanların, muhakkak Cehennem’e gidecekleri hadîs-i şerîfte bildirilmiştir. Bunun için, Ehl-i Sünnet âlimlerinin yazdıkları ilmihâl kitaplarını alıp okumalı, doğru îmânı öğrenmeli, ibâdetleri yapmalı, harâmlardan sakınmalıdır.

Allahü teâlâ, şartlarına uygun yapılan tevbeleri kabûl edeceğini va’detmiştir. Böyle mübârek günleri, ayları fırsat bilip, çok çok tevbe-istiğfar etmeli, affedilmek için, Cenâb-ı Hakk’a yalvarmalıdır.

Sonra ibâdetleri, harâm ve helâl olanları öğrenmeli ve bunlara göre ibâdet yapmaya çalışmalıdır. Kıymetli zamanlarda bu bilgileri okumak, öğrenmek, nâfile namazlardan ve diğer bütün nâfile ibâdetlerden çok daha kıymetlidir.

Herhangi bir özür ile Ramazân’da oruç tutamıyanlar, Ramazân’dan hemen sonra, kazâsını yapmalıdırlar. Kazâ namazı borcu olanların, kazâ orucu olanların nâfile ibâdetlerle meşgûl olmaları, uygun değildir. Önce farz borçları yerine getirmeli, ödemelidir.

Ancak farz borçlardan kurtulduktan sonra, nâfile olarak yapılan ibâdetlerin bir fâidesi olur. Bu, oruçta olduğu gibi namazda ve diğer ibâdetlerde de böyledir. Önce farz borçları ödemeli, sonra nâfile ile meşgûl olmalıdır.