Cumartesi, Kasım 16, 2024
Gazete Makaleleri

Mevlid Kandili

Bugün (12 Rebiu’l-evvel 1423 / 24 Mayıs 2002 Cuma), Sevgili Peygamberimizin dünyayı teşriflerinin bir sene-i devriyesidir. Asırlardan beri, bütün İslam aleminde, Türk  cumhuriyetlerinde ve bu arada aziz vatanımızda, Peygamber efendimizin doğum gecesi olan Mevlid-i Nebevi, çeşitli faaliyetlerle kutlanmaktadır.

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) mevlid gecelerinde Eshâbına ziyâfet verir, dünyâyı teşrîf etdiği ve çocukluğu zamânında olan şeyleri anlatırdı. Hazret-i Ebû Bekr, halîfe iken, mevlid gecesinde, Eshâb-ı kirâmı toplayıp, Resûlullah’ın dünyâyı teşrîfindeki olağanüstü hâlleri konuşurlardı. Doğum gününe önem vermeği hıristiyanlar, müslümânlardan öğrenip almışlardır. Dünyânın her yerindeki müslümânlar, Peygamberimizin ve Eshâb-ı kirâmın yapdıkları gibi, mevlid gecesinde, Resûlullah’ı anlatan kitâbları, na’tları, kasideleri okurlar ve Resûlullah’ın dünyâyı teşrîf ettiği bu şerefli gecede şenlik yapar, sevinirlerdi. İslâm âlimleri, bu geceye çok önem vermişlerdir. Bu geceyi bütün mahlûklar, melekler, cin, hayvanlar ve cansız maddeler, birbirlerine müjdelemekte, Fahr-i âlem dünyâyı şereflendirdi diye sevinmektedirler. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, “mevlid okunan yerden belâlar, sıkıntılar gider” buyurmuşdur. Mevlidi, nazım, şiir olarak okumak dahâ te’sîrli ve fâideli olmaktadır.

Hadîs-i şerîfde, “Allahü teâlâ bir kuluna yazı ve söz san’atı ihsân ederse, Resûlullah’ı övsün, düşmanlarını kötülesin” buyuruldu. İslâm memleketlerinde asırlardan beri mevlid okunması, bu hadîs-i şerîfdeki emre de uygun bir iş olmakdadır. Mevlid okumağa karşı çıkan bir kimse, Resûlullah’ın ve Eshâb-ı kirâm’ın yapdıkları birşeyi beğenmemiş olduğu gibi, bu hadîs-i şerîfe de karşı gelmiş olmaktadır.

İmâm Celâlüddîn Abdürrahmân bin Abdi’l-Melik Kettânî diyor ki: “Mevlid günü ve gecesi, mübecceldir, mukaddesdir, mükerremdir. Şerefi, kıymeti çokdur. Resûlullah’ın (sallallahü  aleyhi ve sellem) varlığı, vefâtından sonra da, ona tâbi’ olanlar için, kurtuluş vesîlesidir. Onun mevlidi (doğum zamanı) için sevinmek, Cehennem azâbının azalmasına sebeb olur. Bu geceye hürmet etmek, sevinmek, bütün senenin bereketli olmasına sebeb olur. Mevlid gününün fazîleti, Cum’a gününün fazileti gibidir. Cum’a günü, Cehennem azâbının durdurulduğu, hadîs-i şerîfde bildirildi. Bunun gibi, mevlid gününde de azâb yapılmaz. Mevlid geceleri sevindiğini göstermeli, çok sadaka, hediyye vermeli, da’vet olunan (uygun) ziyâfetlere gitmelidir.”

Resûlullah’ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şâirleri vardı; düşmanların iftirâlarına cevâb verir ve onu överlerdi. Resûlullah (aleyhisselam), mescidde, Hassân bin Sâbit için bir minber koydurdu. O buraya çıkıp, düşmanları kötüler, Resûlullah’ı överdi. Peygamberimiz, Hassân’ın şiirlerini çok beğenir, “Hassân’ın sözleri, düşmanlara okdan dahâ  te’sîrlidir” buyururdu.

Şunu kesinlikle ifade edebiliriz ki, tarih boyunca, hayatı en ince teferruatıyla (sadece yıllar ve aylar itibarıyla değil, haftalara, hatta günlere varıncaya kadar) ortaya konulan zat, şüphesiz ki, alemlere rahmet olarak gönderilen, kainatın baştacı, ebedi rehberimiz, varlığımızı ve kurtuluşumuzu kendisine borçlu olduğumuz Sevgili Peygamberimizdir.

          Allahü teala, bir insanda bulunabilecek görünür-görünmez bütün iyilikleri, bütün üstünlükleri, bütün güzellikleri habibinde toplamıştır. O’nun güzel huyu, yumuşaklığı, avfı, sabrı, ihsanı, ikramı o kadar çoktu ki, herkesi hayran bırakırdı; görenler ve işitenler seve-seve müslüman olurdu. Hiçbir hareketinde, hiçbir işinde, hiçbir sözünde, hiçbir zaman, hiçbir çirkinlik, hiçbir kusur görülmemiştir.

Cenab-ı Hak, şüphesiz ki bütün insanlara sayılamıyacak kadar çok nimet, iyilik vermiştir. Bunların en büyüğü ve en kıymetlisi, Resuller ve Nebiler (aleyhimü’s-selam) göndererek islamiyeti, ebedi seadet yolunu göstermesidir.

Allahü tealanın merhameti, ihsanı, nimetleri o kadar çoktur ki, bunu ancak sonsuz kelimesiyle ifade edebiliriz. Kullarına çok acıdığı için, onların dünyada rahat, huzur içinde, kardeşçe yaşamaları, ahirette de sonsuz seadete, bitmez-tükenmez nimetlere kavuşmaları için, yapılması lazım olan iyilikleri ve sakınılması lazım olan kötülükleri, Peygamberlerine, Cebrail aleyhisselam ismindeki melek vasıtasıyla bildirmiş, bunları bildiren birçok kitab (yüz suhuf ve dört kitab) da göndermiştir. Bu kitaplardan yalnız Kur’an-ı kerim bozulmamış, diğerlerinin hepsi, kötü kimseler tarafından değiştirilmiştir.

           26 Nisan tarihinde “Kutlu Doğum Haftası” başlığıyla yazdığımız makalede de belirttiğimiz gibi, İslâmın birinci şartı, Allahü teâlâya ve Peygamberine (aleyhis-selam) îmândır. Ya’nî onları sevmek ve sözlerini beğenip kabûl etmektir. İki cihân se’âdetine kavuşmak, ancak ve yalnız, dünyâ ve âhıretin efendisi olan Muhammed aleyhisselâma tâbi’ olmağa bağlıdır. Ona tâbi’ olmak  için, îmân etmek ve onun getirdiği ahkâm-ı islâmiyyeyi öğrenmek ve yapmak lâzımdır. Hadîs-i şerîfde, “Bir kimse, beni kendi nefsinden, ehlinden ve bütün insanlardan dahâ çok sevmedikce,  îmân etmiş olmaz” buyuruldu.

Netice olarak ifade edelim ki, Allahü teala’nın feyizleri, nimetleri, ihsanları yani iyilikleri her an, insanların iyisine de, kötüsüne de, herkese gelmektedir. O, herkese mal, evlad, rızık, hidayet, rüşd, selamet ve daha nice iyiliği fark gözetmeksizin göndermektedir. Fark, bunları kabulde, alabilmekte ve bazılarının da almaması suretiyle insanlardadır. Allahü tealanın rahmeti, şefkati, dünyada, mü’minlere ve kafirlere, herkese birlikte yetiştiği ve herkesin çalışmasına ve iyiliklerine dünyada karşılığını verdiği halde, ahirette kafirlere merhametin zerresi bile yoktur.