Pazar, Kasım 24, 2024
Gazete Makaleleri

Mes’ûd Olmanın Yolu

Dünyâdaki bütün insanlar “mes’ûd” ve “bahtiyâr” yanî mutlu olmak isterler. Fakat mesut olan pek azdır; çünkü saâdetin ne olduğunu bilen azdır. Şimdi saâdet denilince, yalnız dünyâdaki râhatlık hâtıra geliyor. Halbuki asıl saâdet, ebedî olan âhiret saâdetidir. Âhiret saâdetine kavuşabilmek için de, Allahü teâlânın ve son Peygamberi’nin emirlerine uymak yegâne çâredir; bundan başka çâre yoktur.

 “Saâdet”,  sözlüklerde: “Mutluluk, bahtiyarlık; dünyâda ve âhirette mutluluk” şeklinde tarîf edilmektedir. “Saâdet-i Ebediyye” de: “Sonsuz, ebedî mutluluk, bahtiyârlık” demektir. Büyük âlim İmâm-ı Mâverdî“Saâdet-i ebediyyeye kavuşmak için müslümân olmak lâzımdır” derken, yine en büyük âlim ve velîlerden İmâm-ı Rabbânî, “Cehennem’den kurtulmak ve saâdet-i ebediyyeye kavuşmak, Peygamberlere (aleyhimüsselâm) tâbî olmaya bağlıdır” buyurmuştur.

“Saâdet” kelimesinden türeyen “saîd” kelimesi: “Allahü teâlânın, kendisinden râzı olduğu kimse, Cennetlik kişi” anlamına gelmektedir.

Seyyid Abdülhakîm Arvâsî’nin şu cümlesinde “saîd” mevzubahis edilmektedir:

 “Şakîler dünyâya sarılır, saîdler, bâkî olana (ebedî, sonsuz olan âhirete) sarılır.”

Kur’ân-ı kerîmde meâlen buyuruldu ki: “Saîd olanlara gelince, onlar Cennet’tedirler.” (Hûd sûresi, 108)

Dâru’l-fünûn müderris(eski İstanbul Üniversitesi profesör)lerinden Seyyid Abdülhakîm Arvâsî:  “İki cihân saâdetine kavuşmak, ancak ve yalnız dünyâ ve âhiretin efendisi olan Muhammed aleyhisselâma tâbi olmağa bağlıdır” demektedir.

Ca’fer-i Huldî ise, saâdetin anahtarını şöyle veriyor: “Sâlihlerle berâber olmak, sonsuz saâdetin anahtarıdır.”

Ebû Ali Cürcânî’nin zikrettiği saâdet alâmetleri de son derece önemlidir:

“Bir kulun, Allahü teâlânın beğendiği işleri kolayca yapabilmesi, sünnete göre hareket etmesi, sâlih kimseleri sevmesi, eş-dost ile güzel geçinmesi, Allah rızâsı için insanlara iyilik yapması, müslümanların işini görmesi ve vakitlerini Allahü teâlânın dînine hizmetle geçirmesi, saâdet alâmetlerindendir.”

“Din bilgileri, dünyâda ve âhirette huzûru, saâdeti kazandıran bilgilerdir”; “Bütün üstünlükler, faydalı şeyler İslâmiyet’in içindedir. Eski dinlerin, görünür, görünmez bütün iyiliklerini İslâmiyet kendinde toplamıştır. Bütün saâdetler, muvaffakiyetler (başarıların sırrı) ondadır. İslâmiyet, yanılmayan, şaşırmayan akılların kabûl edeceği esaslardan ve ahlâktan ibârettir” buyuran Seyyid Abdülhakîm-i Arvâsî de ne güzel söylemiştir.

Bir hadîs-i şerîfte, saâdetten şöyle bahsedilmektedir: “Eshâbım için, fakîr olmak saâdettir. Âhir zamanda gelecek olan ümmetim için, zengin olmak saâdettir.” (Râmûzü’l-Ehâdîs)

Allahü teâlânın, kullarına, râzı olduğu yolu göstermek için, çeşitli kavimlere, zaman zaman peygamberler gönderdiği, akl-ı selîm sâhibi herkes tarafından kabûl edilen çok açık bir husûstur.

İlk insan ve ilk Peygamber Hz. Âdem’den sonra da muhtelif asırlarda, çeşitli coğrafî bölgelere “Hz. Nûh”, “Hz. İbrâhîm”, “Hz. Mûsâ”, “Hz. Îsâ” ve “Hz. Muhammed” (aleyhimüs-selâm) gibi birçok “Peygamber” gönderilmiş, bazılarına “Kitap” ve “Suhuf”  ta verilmiştir.

Muhammed aleyhisselâm, bütün insanlara ve cinnîlere son peygamber olarak gönderilmiştir. O, her zamanda, her memlekette yani dünyâ yaratıldığı günden kıyâmet kopuncaya kadar, gelmiş ve gelecek bütün varlıkların, her bakımdan en üstünüdür. Hiçbir kimse, hiçbir bakımdan, onun üstünde değildir.

Bilindiği gibi “Âmentü” esâslarından yani dinde inanılacak altı şeyden dördüncüsü, Allahü teâlânın Peygamberlerine inanmaktır. Peygamberler, insanları, Cenâb-ı Hakk’ın beğendiği yola kavuşturmak, doğru yolu göstermek için gönderilmişlerdir.

İslâmiyette “Peygamber” demek, yaratılışı, huyu, ilmi, aklı zamânında bulunan bütün insanlardan üstün, kıymetli, muhterem bir insan demektir. Hakîkatta meleklerden de üstündürler. Peygamberlik; çalışmakla, açlık, sıkıntı çekmekle ve çok ibâdet yapmakla ele geçmez. Yalnız Allahü teâlânın ihsânıyla, seçmesiyle olur. Peygamberlerin hiçbir kötü huyu, beğenilmeyecek hâlleri yoktur. Peygamberlerde “ismet” sıfatı vardır. Yâni peygamber olduğu bildirilmeden önce de, bildirildikten sonra da, küçük ve büyük hiçbir günâh işlemezler. Peygamber olduğu bildirildikten sonra, peygamber olduğu yayılıncaya, anlaşılıncaya kadar, körlük, sağırlık ve benzeri ayıp ve kusurları da olmaz.

Allahü teâlâ tarafından insanlar arasından seçilmiş ve görevlendirilmiş, her bakımdan güvenilen, kusursuz, günâhsız kimseler olan  peygamberler, insanlara, dînin hükümlerini tebliğ eden, duyuran, öğreten elçiler, habercilerdir. İnsanların dünyâdaki ve âhiretteki işlerinin düzgün ve faydalı olması ve onların yanlış, zararlı işlerden korunup, selâmet, hidâyet, râhat ve saâdete kavuşmaları için, peygamberlerle, din gönderilmiştir. Peygamberler vâsıtası ile gönderilen “Dîn”, insanları ebedi saâdete götürmek için Allahü teâlâ tarafından gösterilen yol demektir. Din ismi altında insanların uydurdukları eğri yollara din denmez, dinsizlik denir.