Salı, Kasım 26, 2024
Gazete Makaleleri

Kur’ân-I Kerîm’deki Bazı İlmî Hakikatler

Dünkü makalemizde, bir nebze, Kur’ân-ı Kerîm’deki bazı fen ilimlerine temâs etmiştik.

Kur’ân-ı kerîmdeki fen ile anlaşılabilen bilgileri anlatan âyetlere, fen bilgilerine, fenne uygun ma’nâ vermek câiz ve lâzımdır. Bunu da ancak, hem din, hem de fen ilimlerinde mütehassıs olanlar yapabilirler.

Kur’ân-ı kerîmde, her çeşit ilim verileri objektif bir şekilde zikredilmiş ve bu ilimlerin konuları ve mes’eleleri, nâzil olduğu çağdaki anlayışa göre değil de, her çağın anlayışına hitap edecek şekilde ifâde edilmiştir.

İşin doğrusu şu ki, fen adamları, İslâm kitaplarını okuyunca, Kur’ân-ı kerîmin her tecrübeyi, her buluşu, daha önceden haber vermiş olduğunu görüp hayran kalıyorlar.

Fenni iyi bilen bir fen adamı, Allahü teâlânın varlığını inkâr edemez. Ba’zı fen adamlarının dinsiz olmalarına ise, hıristiyan papazlarının ve câhil halkın bâtıl inanışları ve yanlış anlayışları sebep olmuştur. Hıristiyanlığın akla ve ilme aykırı hükümlerini okuyan ba’zı ilim adamları şüpheye düşmektedirler.

İnsaflı fen adamları, eğer İslâm âlimlerinin, Kur’ân-ı kerîmden çıkardıkları, fenle ilgili bilgileri, bunların inceliğini, doğruluğunu okuyup anlasalar, hepsi de hakîkati görüp, seve seve müslüman olurlar.

Bugünkü makalemizde de,  Kur’ân-ı Kerîm’deki bazı ilmî hakikatlere değinmek istiyoruz.

1- Mü’min sûresinin 13’üncü âyet-i kerîmesinde meâlen, “Size, [varlığına ve birliğine delâlet eden] âyetlerini, mu’cizelerini gösteren, size gökten rızık indiren O’dur. Bu âyetlerden, işâretlerden Allaha inananlardan başkası ibret almaz” buyurulmuştur.

Buradaki, “gökten rızık indiren” ta’bîri, çok kerreler Mûsâ aleyhisselâm ve kavmi, çölde yolunu kaybettiği zaman, gökten inen “Kudret helvâsı” denilen ve bugün de susuz yerlerde peydâ olan “Manna” adlı şekerli maddeye işâret olabilir diyenler çıkmıştır. Fakat tefsîr kitaplarında, âyet-i kerîmenin, “Size gökten rızık indiren” kısmı, “Size gökten rızkınızın sebebi yağmur ve gayrilerini [kar, rutûbet] indiren Allahü teâlâdır” şeklinde tefsîr buyurulmuştur. Çünkü Allahü teâlâ, bizim rızkımızı hakîkaten semâdan indirmektedir.

Bugün en büyük fen adamları, dünyada albüminlerin, proteinlerin nasıl meydana geldiğini şöyle îzâh etmektedirler:

“Yağmurlu günlerde yıldırım ve şimşeklerin te’sîrleri ile havadaki oksijen ve azot birleşerek renksiz azot monoksit gazını meydana getirmekte, bu gaz tekrar oksijenle birleşerek, turuncu renkli azot dioksit, diğer taraftan yine yıldırım ve şimşeklerin te’sîri ile havadaki rutûbet ve azottan, amonyak meydana gelmektedir.

Azot dioksit ise, rutûbetin te’sîriyle nitrik aside dönüşmekte, bu sefer nitrik asit ile amonyak, yine havada bulunan karbonik asitle birleşerek amonyum nitrat ve amonyum karbonat hâsıl olmakta, meydana gelen bu tuzlar, yağmurla yer yüzüne inmektedir.

Yer yüzünde bu tuzlar toprakta bulunan kalsiyum tuzları ile birleşerek kalsiyum nitratı meydana getirmekte, bu tuz da bitkiler tarafından emilerek onların yetişmesine sebep olmaktadır. Bu nebâtâtı yiyen insanlarda ve hayvanlarda, o maddeler muhtelif proteinlere [ki bunların arasında albüminler de vardır] dönüşmekte ve bu hayvanların etlerini, sütlerini, yumurtalarını yiyen insanları beslemektedir.

O hâlde, insanların rızkı, Kur’ân-ı kerîmde bildirilmiş olduğu gibi, semâdan gelmektedir.”

2- Müslüman olan ünlü deniz araştırmacısı Fransız Kaptan Custo şöyle anlatıyor:

“1962 senesinde Alman ilim adamları, Aden körfezi ile Kızıldeniz’in birleştiği Mendeb boğazında, Kızıldeniz’in suyu ile Hind Okyanusu’nun suyunun birbirine karışmadığını bildirmişlerdi.

Biz de, Atlas Okyanusu ile Akdeniz’in sularının birbirine karışıp, karışmadığını tetkîk etmeye başladık. Önce Akdeniz’in kendine hâs sıcaklığı, tuzluluğu ve yoğunluğu ile ihtivâ ettiği canlıları tesbît ettik. Aynı çalışmayı Atlas Okyanusu’nda tekrarladık. İki su kütlesi binlerce seneden beri Cebel-i Târık Boğazı’nda birleşiyordu. Bu vaziyette, iki su kütlesinin karışması ile tuzluluk, kesâfet [yoğunluk] gibi unsurların birbirine eşit, hiç olmazsa yakın olması îcâb ediyordu.

Hâlbuki her iki denizin en yakın kısımlarında bile deniz suyu kendi özelliğini koruyordu. Ya’nî, iki denizin birleşme noktasında bir su perdesi, iki deniz suyunun birbirine karışmasına mâni’ oluyordu.

Bu hâli anlattığım Prof. Dr. Maurice Bucaille; bunda şaşılacak bir şey olmadığını, İslâmın kudsî kitabı Kur’ân-ı kerîmin bunu açık bir şekilde yazdığını söyledi. Hakîkaten bu hâl, Kur’ân-ı kerîmde dosdoğru açıklanıyordu. Rahmân sûresinin 19. ve 20. âyetlerinde meâlen buyuruluyor ki:

“İki denizi birbirine kavuşmak üzere salıvermiştir. Aralarında bir engel vardır, birbirlerine geçip karışmıyorlar.”

Âyet-i kerîmenin, tesbit ettiğim engeli, on beş asır önce beyân etmesi karşısında; “Bu âyetin ilmî bir mu’cize ve Kur’ân-ı kerîmin mutlaka Allahü teâlânın kelâmı” olduğuna inandım. Hak din olan İslâmiyeti seçtim. İslâm dîni, ma’nevî gücü ile bana kaybettiğim oğlumun acısına dayanma sabrını verdi.”

Kâinatın yaratılışını tesâdüflerde arayanlar insâfa gelmelidirler.