Salı, Kasım 26, 2024
Makaleler

Kültür ve Medeniyetimizde Eğitimin Hedefi

2013-2014 Eğitim ve Öğretim Yılı’nın başlamış olması münâsebetiyle ifâde edelim ki, bizim kültür ve medeniyetimizde, eğitimde işin esâsı, hem kendisine faydalı, hem de âilesine, milletine, vatanına ve devletine, İslâmiyete ve müslümânlara, hattâ bütün insanlığa faydalı birer unsur meydâna getirmek olmuştur. İşte, 17 milyonluk eğitim ordusu için, bu güzel ülkenin bütün vatandaşlarının ana hedefi de bu olmalıdır. Bu da, iyi bir eğitim ile mümkün olabilir.

Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselâmdan beri insanları ebedî saâdete kavuşturmak için Peygamberler göndermiştir. Peygamberler, insanları kurtuluşa da’vet etmiş, doğru olan yolu, çektikleri bütün sıkıntı ve eziyetlere rağmen bıkmadan, yılmadan anlatmışlardır.

Peygamberlerin âhirete irtihâllerinden sonra da, onlara tâm tâbi olan, Allahü teâlânın sevgisi ile dolu, ma’nevî sırlar sâhibi âlim ve velî zâtlar, her memlekette ve her devirde bulunmuş ve insanların dîn ve dünyâ saâdetine ulaşmaları için çalışmışlardır. Onlar, Peygamberlerin vârisleri durumundadırlar ve onlara tâbi olmanın bereketiyle bunlar da seçilenler sınıfındandırlar.

Sahâbe-i kirâm ve Tâbiîn devrinden başlayarak geniş İslâm dünyâsı içinde birçok âlim ve velî gelip geçmistir. Fâs’tan Hindistân’a; Yugoslavya’dan Orta Asya ve Çin’e; Kırım ve Kazan’dan Afrika’ya ve Yemen’e kadar birçok İslâm büyüğü vardır. Bir muallim, mürşid, rehber elinde yetişerek silsile yoluyla Peygamber Efendimize kadar gitmeleri; nerede ve hangi memlekette yetişirlerse yetişsinler, onları tek bir kaynağa bağlamıştır.

İslâm ve Türk târihi boyunca sultânlar, pâdişâhlar doğruyu onlarla bulmaya çalışmışlar, hakîkî (ya’nî ma’nevî) sultânların onlar olduklarını görmüşler, onların nasîhatleri ile devlete, millete ve insanlığa faydalı olmaya çalışmışlardır. Târih boyunca insanlığa huzûrlu devirler yaşatmış olan İslâm devletlerinin sultânları, hep bu büyüklerin rehberliğinde hizmete devâm etmişler, yeri gelince atlarının arkalarından gitmişler, bâzan onlarla berâber savaşlara katılmışlardır. Onlar, duâ ordularının kumandânları ve dertlerin ma’nevî tabîbleridirler.

Onbeş asırdır müslümânlara rehberlik etmiş, onlara doğruları öğretmiş, kendileri de eksiksiz İslâmî birer hayât yaşamış bulunan Ulemâ ve Evliyâ-yı kirâmın hâl tercümeleri ya’nî biyoğrafileri muhtelif kitaplarda genişçe anlatılmaktadır. Bu büyük âlim ve velîler, kendi asırlarında olduğu gibi, zamanlarından sonra da dâimâ sevilen ve sayılan, hayâtları örnek alınan kimseler olmuşlardır. Şüphesiz ki, iyi insanların hayâtları öğrenildikçe, iyilerin adedi artacaktır.

Mâzîsini, büyüklerini tanıyamayan çocuklar, gençler ve yaşları ilerlemiş insanlar, büyüklüklere tâlip olamazlar. İnsanların çeşitli buhrânlara, bunalımlara, rûhî sıkıntılara marûz kaldıkları asrımızda, büyük insanların tavsiye ve nasîhatları, yaşayış tarzları, hâl ve hareketleri, kerâmetleri, hem zevk ve ibret almaya, hem de intibâha, uyanmaya sebeb olacaktır.

Bir eğitim ve öğretimde, öğretmenin bilgisi, şahsî özellikleri ve öğretim metodlarına vukûfiyeti, birbirinden ayrılmaz bir bütün olup pedagojik esaslara göre çok önemlidir.

Şüphesiz ki, eğitimciler için nümûne-i imtisâl ya’nî örnek insan, ideal eğitimci, bundan 14 asır evvel, tek başına teblîğâta başlayarak 23 sene gibi çok kısa bir zaman zarfında, târihin bir benzerini görmediği ve kıyâmete kadar da göremeyeceği 150.000 kâmil insanın meydâna gelmesine vesîle olan, asr-ı saâdetin mi’mârı sevgili Peygamberimizdir.

Şüphesiz ki, Peygamberimizi, belirli kişilere veya özel bir sınıfa ders veren klasik bir eğitimci olarak düşünemeyiz.

O (Peygamberimiz), “Sahâbe-i Kirâm’ı ya’nî ilk müslümânları nasıl eğitmiştir?” diye bir soru sorulacak olursa, tabîî ki evvelâ “Kur’ân-ı Kerîm ile eğitmiştir” cevâbını veririz. Zâten Hazret-i Aişe vâlidemiz de, Peygamberimizin ahlâkının, Kur’ân-ı Kerîm ahlâkından ibâret olduğunu ifâde etmiyor mu?

“Biz, hangi kavme, millete peygamber gönderdiysek, onu ancak kavminin, milletinin diliyle gönderdik ki, her şeyi onlara açıkça anlatsın” [İbrâhîm (14), 4]

“Biz, Kur’ân’ı sâdece, onunla Allah’tan sakınanları müjdeleyesin ve şiddetle karşı çıkan bir topluluğu uyarasın diye senin dilinle (indirip okutarak) kolaylaştırdık” [Meryem (19), 97]

“Biz, Kur’ân’ı yabancı bir dil ile göndermiş olsaydık, mahakkak derlerdi ki, onun âyetleri niçin açık beyân olunmadı? Bu ne? Dil yabancı, muhâtab Arab” [Fussılet (41), 44]

“Biz, Kur’ân’ı, öğüt alsınlar diye senin dilinde indirerek kolayca anlaşılmasını sağladık” [Duhân (44), 58]

“Andolsun biz, Kur’ân’ı öğüt alınsın diye kolaylaştırdık…” [Kamer (54), 17, 22, 32, 40]  âyetlerinin yanında, Kur’ân-ı kerîmde “ve zekkir…” [Zâriyât (51), 55] “Hâtırlat, öğüt ver, çünkü öğüt, hâtırlatma, mü’minlere fayda verir” buyuruluyor.

Eshâb-ı kirâm anlatılırkende “küntüm hayra ümmetin…” buyurulup onların önemli bir vasıfları zikrediliyor: Emr-i ma’rûf yapmaları.

Şurası bir gerçektir ki, insanlar, Allah’ın ve Peygamberlerinin emir ve yasaklarına uydukları müddetçe, huzûrlu ve râhat birer hayât yaşamışlar, birbirlerini sevip-saymışlardır. Emirlere ve yasaklara uymadıklarında ise, huzûrsuz olmuşlar, râhatları bozulmuş; ahlâksızlık, zulüm ve haksızlık bütün cemiyeti sarmıştır.