İyilikle Anılmak İçin Neler Yapmalı?
Sevgili Peygamberimiz, bazı hadîs-i şerîflerinde buyurmuştur ki:
“İyiliğine dört müslümânın şâhitlik ettiği mü’mini, Allahü teâlâ Cennete koyar.” [Buhârî]
“Bir mü’minin cenâzesinde, kırk müslümân bulunursa, Allahü teâlâ, o kırk kişiyi bu müslümâna şefâatçi kılar.” [Müslim]
“Bir müslümânın iyi olduğuna dört komşusu şâhitlik ederse, Allahü teâlâ, ‘Ben sizin şâhitliğinizi kabûl ettim. Onun bilmediğiniz [kötü] şeylerini de affettim’ buyurur.” [Ebû Ya’lâ]
Bir hadîs-i şerîfte de, “Allahü teâlâ, bir topluluğa rahmet edince, içindeki kötü olanı ayırmaktan hayâ eder” buyurulmuştur. (Ebu’ş-şeyh)
İYİLİĞİNE ŞÂHİTLİK ETMEK
“Kırk müslümân, kötü bir kimse için, iyi diye şâhitlik yapsa, Allah’ın, o kötü kimseyi affettiği doğru mudur?” suâline, kitaplarda: “Evet, o mü’min, kötü olsa da, şâhitler bu iyidir derse, Allahü teâlâ onları mahcup etmez, onun kötü işlerini bildiği hâlde, sırf müslümânların iyi demesinden dolayı affeder” cevâbı verilmektedir. O hâlde, iyi arkadaşlarımızı çoğaltmalı ve iyilerle beraber olmaya çalışmalıyız.
Bir hadîs-i şerîf meâli şöyledir:
“Melekler, Allah’ı ananlarla karşılaşır. Allahü teâlâ meleklere, ‘Şâhit olun, bunları affettim’ buyurur. Melekler, ‘İçlerinde başka bir iş için gelen kötü biri var. Onu da mı affettin yâ Rabbi?’ derler. Allah, “Evet, onu da affettim. İyilerle beraber olan kötü olmaz” buyurur.” [Buhârî, Müslim]
İmâm-ı Şâfiî hazretleri de:
“Kırk müslümânın içinde evliyâ bir zât bulunur. Evliyânın duâsı makbûldür” buyuruyor. İyilerin arasında bulunan kötü de kurtulur.
İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin oğlu Muhammed Ma’sûm hazretleri de buyurmuştur ki:
Allahü teâlânın sevgili kullarını tanıyıp sevenler, her ne kadar pervâsız ve gerekli edeplerden uzak olsalar da, azîzdir. (I / 88)
İyilerin arasına giren ve onların güzel ahlâkını gören birçok ajanın hidâyete kavuştuğu çok işitilmiştir. Allahü teâlâ bir topluluğu affedince, içlerindeki kötüleri ayırmaz, onları da affeder.
İYİLİKLE ANILMAK İÇİN
Şeyh Sa’dî-yi Şîrâzî hazretlerinden nakledildiğine göre, Hükümdâr İskender’e sordular:
“Doğu ve batı memleketlerini ne ile aldın? Önceki hükümdârların hazîneleri, varlıkları ve askerleri çok daha fazla olduğu hâlde, onlara böyle bir fetih nasîb olmamıştı. Bunun sırrı nedir?”
Şöyle cevap verdi:
“Hangi memleketi aldıysam, halkını incitmedim ve büyüklerinin adını ancak iyilikle andım. Baht, taht, emir, zafer madem ki gelip geçiyor, hepsi hiçtir. Geçmişlerin adını iyilikle yaşat ki, senin adın da iyilikle anılsın. İnsanların iyi bir isim bırakması, altın yaldızlı saray bırakmasından daha hayırlıdır.”
ÇOBAN KOYUN İÇİNDİR!
Bir zamanlar, yalnız yaşayan bir dervîş, bir sahrânın köşesinde oturuyordu. Yanından zamanın pâdişâhı geçti. Dervîş, başını kaldırıp hükümdâra iltifât etmedi. Pâdişâh da, saltanatın verdiği azamet dolayısiyle, öfkelendi:
Vezîr, dervîşe dedi ki:
“Yeryüzünün pâdişâhı yanından geçti. Niçin saygı göstermedin? Terbiyenin îcâbını neden yerine getirmedin?”
Derviş cevap verdi:
“Pâdişâha söyle de, kim kendisinden ni’met umuyorsa, saygıyı ondan beklesin. Şunu da bilsin ki, pâdişâhlar halkı koruması içindir, halkın pâdişâha boyun eğmesi için değil. Koyun, çoban için değildir. Fakat çoban, koyun içindir.”
Vezîrlerden biri Zünnûn-i Mısrî hazretlerinin huzûruna çıktı:
“Gece gündüz sultâna hizmet etmekle meşgûlüm. Onun iyiliğini umuyorum, ama kötülüğünden de korkuyorum” diye himmet, yardım istedi.
Büyük velî ağladı, dedi ki:
“Sultândan korktuğun kadar, Allahü teâlâdan korksaydın sıddîklardan, iyilerden biri olurdun.”
Eski İrân hükümdârlarından Nûşirevân ava çıkmıştı:
Bir hayvânı kesip ateşe koydular ve pişirmeye başladılar. Yanlarında tuz yoktu; bir adamı, yakındaki bir köye tuz getirsin diye gönderdiler. Nûşirevân:
“Tuzu para ile al ki, bedâvâ alma âdeti çıkmasın, köy harâp olmasın” dedi.
“Bu kadarcık şeyden ne zarar gelir?” diye sordular.
Şöyle cevap verdi:
“Cihânda zulmün temeli ufacık bir şeydi. Ama her gelen onu büyüttü. Nihâyet şimdiki duruma ulaştı. Devri kötü olan zâlim, dünyâda kalmaz ama, üzerinde sonsuz la’netler kalır. Her zaman adâletle hareket etmelidir.”
Basra cevâhircilerinin toplantısında birisi anlatıyordu:
“Bir zaman çölde yolumu kaybetmiştim. Yanımda yiyecek olarak hiçbir şey kalmamıştı. Ölmeyi gönlüme koyduğum sırada, ansızın inci dolu bir kese buldum. Bunu, kavrulmuş buğday sandım; o andaki zevkı ve sevincimi, ama inci olduğunu öğrenince de duyduğum acıyı ve yeisi hiç unutamam. Kuru çöllerde, kumların ortasında susuzun ağzında inci olmuş, sedef olmuş, ne çıkar? İ’dâm edilen adamın kemerinde ha altın bulunmuş, ha saksı kırığı. Ne fayda?”