İyi Bir İnsan Nasıl Olur?
Tek bir cümle hâlinde söylemek gerekirse, “İyi bir insan” olabilmek için, herşeyden evvel “kâmil (olgun) bir müslümân” olmak gerekir. [“Müslümân”a “mü’min” de denir.] Zâten müslümân da, herkes için hayır isteyen, gıdâ gibi her zaman her yerde herkese lâzım olan iyi bir insan demektir. Nitekim Peygamber Efendimiz de, bu konuda buyurmuştur ki: “Kendin için sevdiğini [istediğini, arzû ettiğini] başkaları için de sev [iste, arzû et] ki [kâmil] müslümân olasın.” [Harâitî]
İYİ BİR İNSANIN VASIFLARINA DÂİR BAZI ÂYET-İ KERÎMELER
“İyi bir insanın vasıfları”nın neler olduğunu, Allahü teâlânın kelâm-ı İlâhîsinden ve Sevgili Peygamberimizin beyânlarından naklen ortaya koymaya çalışalım:
Mü’minler, Allah indinde çok kıymetlidirler. Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîminde, mü’minleri (inananları) şöyle ta’rîf buyurmaktadır [Bu konudaki birçok âyet-i kerîmeden sâdece birkaçını, Kur’ân-ı kerîmdeki sıralarına göre meâlen zikredelim]:
“Mü’minler, öyle kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman kalbleri titrer, Allah’ın âyetleri okununca, îmânları kuvvetlenir ve yalnız Rablerine dayanıp güvenirler, namazı doğru kılar, kendilerine rızık olarak verdiğimizden [Allah’ın râzî olduğu yerlere] harcarlar.) [Enfâl (8), 2-3]
“Onlar, Allah’ın ahdini yerine getirir, verdikleri sözü bozmaz, Rablerinin rızâsını isteyip sabreder ve kötülüğü iyilikle savarlar.” [Ra’d (13), 20-22]
“Mü’minler, muhakkak kurtuluşa ermişlerdir. Onlar namazlarını huşû içerisinde kılar, boş [ve lüzûmsuz] şeylerden yüz çevirir, zekâtlarını verir, iffetlerini korur, ….. emânet ve ahidlerine riâyet ederler…” [Mü’minûn (23), 1-8]
“Rahmân olan Allahü teâlânın kulları, yeryüzünde gönül alçaklığı ile vakâr ve tevâzu ile yürürler. Câhiller, onlara sataşacak olurlarsa, bunlara [sağlık ve selâmet sizin üzerinize olsun gibi] güzel sözler söyler, [büyük bir yumuşaklık gösterirler.] Onlar geceleri secde yapar ve kıyâmda dururlar [namaz kılarlar.] Onlar: ‘Yâ Rabbî, Cehennem azâbını bizden uzaklaştır. Cehennem azâbı devâmlıdır ve çok şiddetlidir. Orası şüphesiz kötü bir yer ve kötü bir duraktır’ derler. Bir şey verdikleri zaman, isrâf etmez, cimrilik de yapmazlar; ikisi ortası bir yol tutarlar. Kimsenin hakkını yemez, Allah’a şerîk koşmaz, O’ndan başkasına yalvarmazlar. Allah’ın dokunulmasını harâm ettiği câna kıymaz, haksız olarak kimseyi öldürmez, zinâ etmezler. Bunlardan birini yapanın, kıyâmette azâbı kat kat olur, orada zelîl ve hakîr olarak ebedî bırakılır. Ancak Allah, tevbe eden ve doğru îmân eden, ibâdet ve faydalı iş yapanların kötülüklerini iyiliğe çevirir. Allah, afv ve merhamet sâhibidir. Tevbe edip amel-i sâlih işleyen, Allahü teâlâya [tevbesi makbûl ve O’nun rızâsına kavuşmuş olarak] döner. Onlar yalan yere şâhitlik yapmaz, faydasız ve zararlı işlerden kaçınırlar. Kendilerine âyetler okunduğu zaman, kör ve sağır davranmazlar [dikkat ile dinleyip bu âyetlerle kendilerine yapılması emredilen şeyleri yaparlar.]” [Furkân (25), 63-73]
“İnanıp hayırlı iş işleyen [mü’min]lerin kötülüklerini, and olsun örteriz, onları yaptıklarının en güzeli ile mükâfâtlandırırız.” [Ankebût (29), 7]
“Allah onların [mü’minlerin] kötülüklerini örter, onlara işledikleri şeylerin en güzellerinin karşılığını verir.” [Zümer (39), 35]
“[Mü’minler] Büyük günâhlardan ve hayâsızlıktan sakınır, öfkelendikleri zaman da kusûrları bağışlar ve işlerini aralarında istişâre ederler.” [Şûrâ (42), 37-38]
“Allah, inanıp emirlerini yapan mü’minlere mağfiret ve büyük ecir va’d etmiştir.” [Fetih (48), 29]
“Elbette mü’minler kardeştirler.” [Hucurât (49), 10]
İYİ BİR İNSANIN VASIFLARINA DÂİR BAZI HADÎS-İ ŞERÎFLER
Sevgili Peygamberimiz de hadis-i şeriflerinde buyurmuşlardır ki:
“Müslümân, elinden ve dilinden diğer müslümânların [başka bir rivâyette insanların] sâlim [emîn] oldukları kimsedir.” [Buhârî]
“Komşusu, kötülüğünden emîn olmayan kimse, [kâmil] mü’min olamaz.” [Buhârî]
“Mü’min, la’net etmez, kötülemez, müstehcen konuşmaz ve hayâsız olmaz.” [Hâkim]
“Mü’min, başkalarıyla ülfet eder [uzlaşır, anlaşır, uyuşur, iyi geçinir], kendisiyle de ülfet olunur. Ülfet etmeyen ve kendisiyle de ülfet edilmeyende hayır yoktur.” [Beyhekî]
“Mü’min arıya benzer; konduğu dalı kırmaz, oraya zarar vermez. Toplayıp bıraktığı eseri de güzeldir.” [Beyhekî]
“Mü’min, uysal bir deve gibi, ‘Ih’ denince, yer sert olsa da çöker.” [Beyhekî]
“Mü’min geçim ehlidir, arkadaşına râhatlık verir. Münâfık ise geçimsizdir, arkadaşına sıkıntı verir.” [Dârekutnî]
“Mü’minin yanına gelen, güzel bir bahçeye girmiş gibi ferahlık duyar.” [Deylemî]
“Mü’min akıllı, basîretli, uyanıktır. Her işte Allah’ın rızâsını gözetir. Acele etmez, ilim sâhibidir, harâmlardan da kaçar.” [Deylemî]
“Mü’min, koku satan kimse gibidir. Yanında otursan için açılır. Onunla gezsen veya ortak iş yapsan faydasını görürsün. Onun her işi faydalıdır.” [Taberânî]
Müslümânların, mü’minlerin bütün vasıfları, Kur’ân-ı kerîmde de, Peygamber Efendimiz tarafından da mufassalan zikredilmiştir, bütün teferruâtıyla, detaylarıyla anlatılmıştır. Mü’minlerle, müslümânlarla ilgili hadîs-i şerîflerden bazıları da şöyledir:
“Çevrendekilerle güzel komşuluk et ve kendin için sevdiğini, istediğini başkaları için de sev, iste ki [tâm, kâmil] müslümân olasın.” [Harâitî]
“Mü’minlerin birbirlerini sevme, merhamet ve şefkatteki misâli, bir beden misâlidir. Ondan bir uzuv râhatsız olursa, diğer uzuvlar uykusuzluk ve harârette ona iştirâk ederler.” [Buhârî]
Ya’nî mü’minler, birbirine karşı sevgi ve merhamette, bir vücut gibi olmalıdırlar. Nasıl ki, vücûdun bir yeri râhatsızlanınca, bütün vücut huzûrsuz olup onun tedâvîsi ile meşgûl olunduğu gibi, müslümânlar da böyle birbirine yardıma koşmalıdırlar.
“Halkın elindekine göz dikmemek, mü’minin alâmetlerindendir.” [Dârekutnî]
“Kötü şeyler irtikâb eden, bunları gizlemeye çalışsın.” [Hâkim]
Kime, dînin emirlerini yapmak kolay gelirse, onun sâlih bir kimse olduğu anlaşılır. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: “Eğer âhirete âit istediğine kolayca kavuşur, dünyâya âit olana kavuşman zorlaşırsa, bil ki sen iyi bir hâl üzerindesin. Bunun tersi olursa kötü hâldesin.” [Beyhekî]
İYİ BİR İNSANDA BULUNMASI GEREKEN BİR KISIM SIFATLARLA ALÂKALI BAZI İSLÂM BÜYÜKLERİNİN SÖZLERİ
Bazı İslâm büyükleri de, iyi bir insanda bulunması gereken doğruluk ve dâimâ kaçınılması îcâb eden yalan konusunda buyuruyorlar ki:
“Oğlum, yalandan sakın, o serçe eti gibi tatlıdır. Ondan az kimse kurtulur.” (Lokmân Hakîm)
“Doğruluk emânettir. Yalancılık hıyânettir.” (Hazret-i Ebû Bekir)
“Allah indinde en büyük hatâ, yalan konuşmaktır.” (Hazret-i Alî)
“Eshâb-ı kirâm indinde yalandan daha kötü bir şey yoktur. Çünkü onlar, yalanla îmânın bir arada bulunamıyacağını bilirlerdi.” (Hazret-i Âişe)
“İçi dışına, sözü işine uymamak, nifâktandır. Nifâkın temeli ise yalandır.” (Hasan-ı Basrî)
“Yalancı ile cimri Cehenneme girer. Fakat hangisi daha derine atılır, onu bilemem.” (İmâm Şa’bî)
“Doğru ile yalan, biri diğerini çıkarıncaya kadar kalpte boğuşur.” (Mâlik bin Dînâr)
“İstikâmet [her işte dâimî doğruluk], kerâmetten üstündür.” (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)
Hazret-i Lokmân’a, “Bu dereceye ne ile kavuştun?” diye suâl ettiler. “Doğruluk, emânete riâyet ve bana gerekmeyeni bırakmakla” diye cevap verdi.
Seyyid Abdülkadir Geylânî hazretleri, “Bu işe başladığınızda, temeli ne üzerine attınız? Hangi ameli esâs aldınız da böyle yüksek dereceye ulaştınız?” diye soranlara buyurdu ki: “Temeli doğruluk üzerine attım. Hiç yalan söylemedim. İçim ile dışım bir oldu. Bunun için işlerim hep rast gitti.”
Bütün kötülüklerin esâsı yalandır. Peygamber Efendimizin en sevmediği huydur. Yalan söylemek harâmdır; ancak bazı yerlerde câiz olur. Harpte, iki müslümânı barıştırmak için yalan söylemeye ruhsat vardır. Ayrıca, hanımı ile iyi geçinmek için, gerektiğinde hilâf-ı hakîkat konuşmak ta tecvîz edilmiştir.
Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
“Yalan üç yerde câizdir: Harpte, zîrâ harp, hiledir. İki müslümânı barıştırmak için, birinden diğerine iyi söz getirmek. Hanımını idâre etmek için.” [İbn-i Lâl]
“İki kişinin arasını düzeltmek ve hayırlı iş yapmak için söylenen söz, yalan sayılmaz.” [Müslim]
Dîn düşmânlarının zararından korunmak veya müslümânları korumak için yalan söylemek câizdir. Zâlimden, bir müslümânın bulunduğu yeri, mâlını, günâhını saklamak câizdir. İki müslümânın, karı-kocanın arasının açılmasını önlemek için, mâlını korumak için, müslümânın sırrını, aybını meydâna çıkarmamak için ve bunlar gibi harâmları önlemek için yalan câiz olur; bu durum, zarûret hâlinde, ölmemek için leş yemeye benzer. İyiliğe vesîle olan yalan, fitneye sebep olan doğrudan makbûldür.
Büyükler yalan söylemek icap ettiği yerde bile, sözün ma’nâsını değiştirerek, doğru söylemeyi tercîh etmişlerdir. Meselâ Muâz bin Cebel hazretleri, vazîfesinden dönünce, hanımı: “Bu kadar çalıştın, zekât topladın, bize ne getirdin?” dedi. O da, “Beni gözeten vardı, bir şey getiremedim” dedi. O, Allahü teâlâyı kasdetti. Hanımı ise, Hazret-i Ömer’in onu kontrol eden birini gönderdiğini sandı. Hanımı kızarak, Hazret-i Ömer’in evine gidip “Muâz, Resûlullahın ve Ebû Bekr-i Sıddîk’ın yanında emîn idi. Siz, niçin onun peşine adam takıyorsunuz?” dedi. Hazret-i Ömer, konuyu bir araştıralım dedi. Hazret-i Muâz’dan işin aslını öğrenince güldü ve hanımına vermesi için ona bir miktar hediye verdi.
[Aslında, bugünkü mevzûumuzla alâkalı çok nakıl yapabilirdik, ama fazla yerimiz kalmadı; onun için bugün bunlarla iktifâ edelim. Bilâhare bu mühim mevzûû tekrâren ele alalım inşâallah.]