İ’tikâdî Mezhepler Nasıl Ortaya Çıkmıştır?
İslâmiyette ilk i’tikat ayrılıkları, Hazret-i Osman’ın şehîd
edilmesi hâdisesinden sonra, Abdullah İbn-i Sebe adındaki münâfık olan bir
Yahûdînin ortaya çıkması ile başlamıştır. Müslümanların saf ve berrak
îmânlarını bozmak gâyesiyle îtikâttaki birlik ve berâberliklerini parçalamak
için çıkarılan ilk fitne hareketi budur. Abdullah İbn-i Sebe, Hazret-i Ali’nin
halîfelik meselesini bahâne ederek, Müslümanları bölmek gayretine düştü.
Kendisine taraftar toplamak ve onlara görüşlerini kabul ettirmek için,
“Hazret-i Ali’nin Peygamber olduğundan, Allahü teâlânın ona hulûl ettiğine”
varıncaya kadar pekçok şey uydurdu. Bir kısım insanları aldattı. Abdullah İbn-i
Sebe’ye aldananların içinde siyâsî hırs ve gayretle hareket edenler çoktu.
Böylece Hazret-i Ali taraftarıyız diyerek, İslâm dînine bozuk inançlar
karıştırdılar. Hazret-i Ali’nin hilâfeti, hakem tâyini yoluyla Hazret-i
Muâviye’ye bırakmasını beğenmeyip, Hz. Ali’ye ve Hz. Muâviye’ye karşı çıkıp
ayrılanlara “Hâricî” ismi verildi. Haricilerden bir kısmı Kur’ân-ı kerîm’in
bâzı bölümlerini kabul etmezler. Bir kısmı da sapıklıklarında, yeni bir
peygamber geleceğine inanacak kadar ileri gitmişlerdir.
“Vâsıl bin Atâ
bizden ayrıldı”
Bozuk fırkalardan bir diğeri olan Mu’tezile ise, Hasan-ı Basrî’nin derslerinde
bulunan Vâsıl bin Atâ tarafından ortaya çıkarılmıştır. Büyük Ehl-i sünnet âlimi
ve velî bir zât olan Hasan-ı Basrî, “Büyük günâh işleyen ne mümindir, ne de
kâfirdir” diyerek Ehl-i sünnetten ayrılan Vâsıl bin Atâ için: “Vâsıl bizden
ayrıldı” buyurmuştu. Sonraki yıllarda bilhassa felsefe eğitimi yapmış ve
felsefeye meraklı kişiler, Vâsıl bin Atâ’nın yolundan yürüyerek Allahü teâlânın
zâtı ve sıfatları ile kader, amellerle (ibâdetlerle, muamelâtla…) îmân
arasındaki münâsebet ve diğer konularda İslâm dîninin sınırlarını zorlayacak
kadar ileri derecelere varan ayrılıklara düşmüşlerdir.
Ayrıca Mürcie, Kaderiyye, İbâhiyye, Mücessime, Cebriyye gibi birçok bozuk
fırka, İslâm târihi boyunca çeşitli yerlerde ortaya çıkmış, kendi içlerinde de
sayılamayacak kadar çok kollara ayrılarak bir müddet yaşayıp sonra unutulup
gitmişlerdir.
Bilindiği gibi, bozuk fırkaların çoğu târih içinde kaybolup gitmişlerdir. Ehl-i
sünnet ve’l-cemâat ise her devirde çok olmuş, İslâmiyet îmân, îtikât, amel ve
ahlâk esasları olarak Ehl-i sünnet âlimleri tarafından her asırda, aslı üzere
müdâfaa ve muhâfaza edilerek, bugüne ulaştırılmıştır. Bugün dünyâdaki
müslümanların yarıdan çoğu, Ehl-i sünnet ve’l-cemâat îtikâdı üzeredirler.
Kur’ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîflerde, îmânda parçalanmanın, fırkalara
(mezheplere) ayrılmanın kötü olduğu bildiriliyor.
Ahirette
kurtulacak olan fırka
Peygamberimiz de, Müslümanlar arasında îmânda ve îtikâtta ayrılıkların felâket
olduğunu bildirerek, Tirmizî’nin rivâyet ettiği meşhur bir hadîs-i şerîfinde:
“Benî İsrâil (Yahûdîler), yetmiş bir fırkaya ayrılmıştı. Bunlardan yetmişi
Cehenneme gidip, ancak bir fırkası kurtulmuştur. Nasârâ (Hıristiyanlar) da, yetmiş
iki fırkaya ayrılmıştı. Yetmiş biri Cehenneme gitmiştir. Bir zaman sonra benim
ümmetim de yetmiş üç fırkaya ayrılır. Bunlardan yetmiş ikisi Cehenneme gidip,
yalnız bir fırka kurtulur” buyurmaktadır.
Eshâb-ı kirâm bu bir fırkanın kimler olduğunu sorduğunda: “Cehennemden kurtulan
fırka, benim ve eshâbımın gittiği yolda gidenlerdir” buyurdu.
El-Milel ve’n-Nihal kitabının başında geçen başka bir hadîs-i şerîfte: “Ümmetim
yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Bunlardan bir fırka kurtulacak, diğerleri helâk
olacaktır” buyurduğunda, Eshâb-ı kirâm: “Kurtulan fırka hangisidir?” diye
sorunca, “Ehl-i sünnet vel cemâattir” cevabını verdi. Eshâb-ı kirâm bu defâ:
“Ehl-i sünnet ve’l-cemâat nedir?” diye sordular. “Bugün benim ve Eshâbımın
bulunduğu yolda olanlardır” buyurdu.
İmâm Eş’arî ile
İmâm Mâtürîdî
Ehl-i Sünnet’in iki i’tikâd imamı olan İmâm Eş’arî ile İmâm Mâtürîdî, Eshâb-ı
kirâmın, Tabiînin, dört mezhep imâmının ve sonraki Ehl-i sünnet âlimlerinin
nakil ve tevâtür yoluyla bildirdikleri îmân ve îtikâd bilgilerini açıklamışlar,
anlaşılmasını kolaylaştırmak için kısımlara bölmüşler ve herkesin
anlayabileceği şekilde yaymışlardır. Bunlardan İmâm Eş’arî, İmâm Şâfiî’nin
talebesi zincirinde bulunmaktadır. İmâm Mâtürîdî ise İmâm-ı A’zam’ın talebesi
zincirindedir. Ehl-i sünnet îtikâdının açıklanmasında bu iki imâm meşhur olmuş,
yaşadıkları zamanlarda, îtikâtta doğru yoldan ayrılmış sapıkların ve Yunan
felsefesinin bataklıklarına saplanmış maddecilerin bozuk düşüncelerine karşı
Ehl-i sünnet ve’l-cemâat îtikâdını izah etmekte bâzı bakımlardan farklı usuller
tâkip etmişlerdir. Daha sonraki asırlarda gelen Ehl-i sünnet âlimleri, bu iki
imâmın koyduğu usüle uyarak Ehl-i sünnet îtikâdını nakletmişlerdir.