Cuma, Kasım 15, 2024
Makaleler

İstanbul’un Fâtihine Dâir

Önümüzdeki 29 Mayıs 2012 Salı günü, İstanbul’un fethinin 559. sene-i devriyesi, inşâallah büyük bir aşk-şevk ve heyecânla, çoşku ile tes’îd edilecek, kutlanacaktır.

Türk târihi, sayılamayacak kadar çok kahraman ve cihângîrlerle doludur. Fâtih Sultân Mehmed de bunların başında gelenlerdendir. Çünkü o kılıçla keşfi yanyana yürütmüş, çağ açıp, çağ kapatmıştır.

Osmânlı pâdişâhlarının yedincisi ve İstanbul’un fâtihi olan Fâtih Sultân Mehmed’in, hadîs-i şerîfteki müjdeye lâyık kumandân olduğu âşikârdır.

Belki dünyânın en güzel şehri olan İstanbul’umuzu, biz torunlarına mîrâs bırakan Fâtih hakkında Şark’ta ve Garp’ta çok şeyler söylenmiş, o, asırlar boyu her cephesiyle yazılmış, çizilmiştir. Şimdi, onunla ilgili bazı özet bilgiler sunmak istiyoruz:

Fâtih Sultan Mehmed, kelâm ve matematik ilminde devrinin en büyük otoritelerinden biriydi. Bizanslı târihçi Kritobulos’un hayranlıkla anlattığı, balistik sâhasındaki keşifleri, ortaçağın sûrlarını yıkmıştır. Bu sûretle Avrupa’nın timsâli olan derebeyi şatoları toplarla yıkılarak büyük devletler kurulmuş; netîcede büyük güç kaynakları bir araya toplanarak ortaçağa son verilmiştir. Bu sûretle Türkler, ortaçağdan yeniçağa Avrupa’dan daha evvel geçmişlerdir.

Fâtih Sultan Mehmed, teşkîlâtçı ve i’mârcı idi. Devlet idâresini tâm bir intizâm içinde yürütmek için lüzûm ve ihtiyâç gördükçe, İslâmın esâslarına uygun kânûnlar ve fermânlar yayınladı. Tanzîmât dönemine kadar Osmanlı Devletinin temel kânûnu olarak mer’iyyette kalan Fâtih Kânûnnâmesi çok mühim bir eserdir. Pâdişâhın görüşleri alınarak sadrâzam Karamânî Mehmed Paşa tarafından hazırlanan bu çok önemli kânûnnâmeyi, Nişâncı Leyszâde Mehmed Çelebi kaleme almıştır. Kânûnî Sultân Süleymân devrinde hazırlanan kânûnnâmede de bu eser esâs alınmıştır. Osmanlı Devletinin bütün temel teşkîlât ve müesseseleri, Fâtih devrinde en mükemmel hâle gelmiştir. Enderûn Mektebini kurarak memleket için gerekli devlet adamı yetiştirilmesini yine o sağlamıştır.

Fâtih Sultan Mehmed, ilme, sanata ve ilim adamlarına çok kıymet verirdi. Zihniyeti ve tabîatı îtibâriyle ileri hamleden hoşlanan, terakkî ve medeniyetten zevk alan bir pâdişahtı. Tıpkı askerî fetihleri gibi, ilim adına açtığı savaşta da bir âlimler, sanatkârlar ordusu kurdu ve bu muhteşem orduya kendisi serdâr oldu.

Yeni devletin kurulması plânının icrâsında eğitim ve öğretimin te’sîr ve önemini her şeyden üstün tuttu. Maârif sistemini kânûnla tanzîm ederek “Ulemâ” sınıfına büyük değer verdi ve idârenin temelini meydâna getiren diyânet ve hukûk kurumlarını teşkîlâtlandırdı. Devlet idâresini ve bunun ilmîleştirilmesini esâs aldı.

Aklî ve naklî ilimlerde söz sâhibi olan âlimleri İstanbul’a topladı ve onların talebe yetiştirmeleri için medreseler kurdu. Devrinde yetişen büyük âlim ve sanatkârlar mühim eserler verdiler. Fıkıh ilminde Molla Hüsrev, tefsîrde Molla Gürânî, Molla Yegân, Hızır Çelebi, matematikte Ali Kuşçu, kelâmda Hocazâde, zamânının büyük âlimlerindendi ve ülkesine dünyânın dört bir tarafından âlimler akın ederdi. Hattâ meşhûr âlim Molla Câmî bile İstanbul’a gelmekteyken, Pâdişâh’ın ölüm haberi üzerine yoldan geri döndü.

FÂTİH’İN YÜKSEK VASIFLARINDAN BÂZILARI

Türk târihi, sayılamayacak kadar çok kahramân ve cihângîrle doludur. Fâtih Sultân Mehmed de bunların başlarında gelir. İstanbul’u, biz torunlarına mîrâs bırakan Fâtih’in hayâtı, Garp’ta ve Şark’ta asırlar boyu, her cephesiyle incelenmiş, hakkında nice kitaplar yazılmıştır.

Büyük bir askerî dehâya sâhip ve târihin en büyük hükümdârlarından olan Fâtih Sultân Mehmed Hân, otuz senelik saltanat devrinde, 2 İmparatorluk, 4 Krallık, 6 Prenslik ve 5 de Dükalık olmak üzere, toplam 17 devlete son vermiştir.  

O,çok mükemmel yetişmiş bir hükümdârdır. Arapça, Farsça, Lâtince, Sırpça ve Yunanca’yı çok iyi bilen, Avrupa ilim ve tekniğini de en üst seviyede takip eden Fâtih, çeşitli ilimleri öğrenmek için devrin en mütehassıs âlimlerini kendisine hoca ta’yîn ederdi. Bunlar her gün muayyen sâatte gelip kendisine ders okuturlardı. Akşemseddîn, Akbıyık Sultân, Hocazâde, Molla Gürânî, Molla İlyâs, Sirâceddîn Halebî, Molla Abdülkâdir, Hasan Samsûnî, Molla Hayreddîn…..gibi büyük âlimler ona hocalık yapmışlardır.

Askerlik, târih, coğrafya, matematik ve astronomi ilimlerine karşı husûsî bir merâkı olan sultân, bilhâssa kelâm ve matematikte devrinin otoritelerindendi. Edebiyâta da merâkı çoktu; hattâ “Avnî” mahlasıyla şiirler de yazmıştır.

Kumandânlığı ile diplomatlığı dâimâ berâber yürütürdü. Askerî ve siyâsî sâhada eşsiz bir dehâ idi. Fâtih, ordu ve donanmasını iyi bir şekilde tekâmül ettirmişti. Osmanlı donanmasının tekâmül etmiş şekilde kurucusunun Fâtih olduğunu râhatlıkla söyleyebiliriz.

Topçuluğa gerekli ehemmiyeti veren ilk padişâhtır. Fâtih, o târihe kadar görülmeyen sayı ve çapta top yaptırmıştır. Topların balistik ve mukâvemet hesaplarını da bizzât kendisi yapmıştır.

1481 senesinde yine 300.000 kişilik çok kudretli ve büyük ordusuyla yeni bir zafer yolunda iken, 3 Mayıs 1481 günü Gebze’de vefât etmiştir. Cenâzesi İstanbul’a getirilip 22 Mayıs 1481 günü, Fâtih Câmii bahçesindeki kabrine tevdî edilmiştir. Onun vefâtı ile Hıristiyânlık dünyâsı bayram yapıp kiliselerinde 3 gün çan çalmışlardır.

 [Cenâb-ı Hak, ona ganî ganî rahmet eylesin.]

OSMÂNLI İMPARATORLUĞU, DÜNYÂDA 322 YIL HÜKÜMRÂN OLDU

Târih boyunca kurduğumuz 117 Türk Devleti içerisinde şüphesiz ki en uzun ömürlüsü, en büyüğü ve en muhteşemi Osmânlı İmparatorluğu’dur. Bu imparatorluk, dünyânın en büyük üç imparatorluğundan biridir ve 624 yıl hükümrân olmuştur.  [Diğer ikisi ise, Roma ve İngiltere İmparatorluklarıdır.]

Osmânlı İmparatorluğu, Sultân 3. Murâd Hân devrinde [1595 yılında], 23 milyon 344 bin 700 km2 üzerinde hüküm süren muhteşem bir devletti. Osmânlı İmparatorluğu, 624 yıllık ömrünün, 322 yılını, dünyâda lider devlet olarak geçirdi.

Anadoluya gelen bir avuç insan olan şerefli atalarımız, kısa zamanda beylik, hânlık [hâkânlık], devlet ve cihân imparatorluğu meydâna getirmişler, hattâ dünyânın en büyük imparatorluklarından birini kurmuşlar, ayrıca bütün müslümânların başı hâline gelmişler, ya’nî hilâfet merkezi olmuşlardır. Fransız târihçisi Grengur, “Bu yeni imparatorluğun teessüsü, beşer târihinin en büyük ve en hayrete değer vak’alarından biridir” demektedir.

Büyük cihângîr Fâtih hakkında, günümüze kadar yüzlerce, hattâ binlerce kitap yazılmıştır denilse mübâlağa olmaz. Tedkîk edildikçe derinleşen, derinleştikçe deryâlaşan Fâtih’in sayısız vasıflarından bâzıları şunlardır:

İyi bir komutan ve devlet reîsi olan Fâtih, aynı zamanda iyi bir ilim adamı ve şâirdi. Şiirde, devrin üstâdları arasında yer aldı. Hattâ sarayda dîvân sâhibi olan ilk pâdişâhtı. Çünkü o, medeniyetin, san’atsız olarak fertlerin gönüllerinde yer alacağına ihtimâl vermiyordu. 

Dedelerinin devlet kuruculuk kudretini, irâdeli bir idârecilik şuûruyle geliştirmesini bilen Fâtih, çevresinde devrin üstâd şâirlerini topladı. “Avnî” mahlâsıyla, edebî değeri yüksek beyit ve gazeller söyledi. Arûzu, usta şâirlerden farksız bir hâkimiyetle kullandı, şiirlerinde ince hissiyât ve düşüncelerini dile getirdi.

Adâletten kıl kadar ayrılmayan, kendisine takdîr edilen iki mısrâlık basît şiir için sâhibine bol ihsânda bulunan ve bir çiçek yetiştirene 500 altın bahşîş veren Fâtih, her bakımdan devrinin üstüne çıkmış bir hükümdâr ve kâmil bir kişidir.

Arapça, Farsça ve Türkçe’nin yanında Latince ve Rumca’nın bütün inceliklerine vâkıftı. Fâtih, batı dillerinden bir kaçını bilmesi sebebiyle Avrupa literatürünü çok iyi tâkip etmiş, ama Türklerin her hususta Avrupalılardan üstün bulunması sebebiyle, Avrupa’dan bir şey alma ihtiyâcını duymamıştır.

Fâtih Sultan Mehmed, doğu Türkleri ile temâsa büyük önem verdi. Oğlu Sultan İkinci Bâyezîd de Türk medeniyetini ilerletmek husûsunda babasını tâkip etti. Doğu Türklerinin, “Tîmûr Hân devri medeniyeti” denilen medeniyet hareketlerinin benzeri, Fâtih devrinde Osmânlılarda tahakkuk etti.

Fâtih Sultân Mehmed, soğukkanlı ve cesûrdu. Bu özelliğinin en güzel misâlini, Belgrad Muhâsarası sırasında, askerin gevşediğini gördüğü zaman, önlerine geçip düşmân hatlarına girerek gösterdi. İstanbul Muhâsarasında da donanmanın başarısızlığı yüzünden atını denize sürmesi bu cesâretinin büyük örneğidir.

Ne istediğini, ne yapacağını, ne yapabileceğini bilen ve bu büyük işleri başarabilmek için gerekli tedbirleri, yorulmak bilmeyen bir azim, sabır ve sükûnetle hâzırlayan bir insandı.

Çok merhametli ve müsâmahalıydı. Kendisine elli gün mukâvemet eden, birçok müslümanın şehîd edilmesine sebeb olan İstanbul şehri ve onun sâkinleri hakkında gösterdiği merhamet, aklın alamıyacağı genişliktedir. Hâlbuki o devir Avrupa’sında muzaffer bir kumandân, zaptettiği şehrin halkına görülmedik zulüm ve işkence yapmakta kendini haklı görürdü.

Fâtih, vicdân hürriyetine büyük kıymet verirdi. İstanbul’a girdiği vakit, ayaklarına kapanan İstanbul patriğini yerden kaldırmakla âlicenâplığını gösteren cihângîr, şu sözlerle patriği tesellî etti: “Ayağa kalkınız. Ben Sultân Mehmed, hepinize söylüyorum ki: Şu ândan îtibâren, artık ne hayâtınız, ne de hürriyetiniz husûsunda, gazab-ı şâhânemden korkmayınız!”

Fâtih, gayr-i müslim tebeasının dîn ve mezheplerine dokunmadı, herkesi vicdânî inanışında serbest bıraktı. Fâtih, İstanbul’un i’mârında ücret karşılığında daha çok Rum esîrlerini kullandı. Bu sırada biriktirdikleri paralarla hürriyetlerini satın alma imkânını sağladı. Bu müsâmaha, o devir dünyâsının hayâlinden bile geçiremediği bir olgunluk eseriydi.

Bizanslılar, sûrlarda açılan gediklerin ta’mîrinde kullanılmak üzere yüzden ziyâde kilise yıkmışlardır. Ama Fâtih Sultân Mehmed, Ayasofya’yı yakından seyrederken, bir yeniçeri neferinin kilisenin taşlarından birini sökmek üzere olduğunu görünce, mâni olmuş ve “Size, malca alınacak şeylere izin vermiştim, mülk ise benimdir demiştim” diyerek yeniçeriyi şiddetli bir şekilde cezâlandırmıştır.

Askerî ve siyâsi sâhada eşsiz bir dehâ idi. Askerî alanda başarısının ilk özelliği kılıçla kalemin işbirliğidir. Ordunun disiplinine çok dikkat ederdi. En küçük itâatsizliği ve buna sebep olan subayları şiddetli bir şekilde cezâlandırırdı. Ordusunu, plânsız, düzensiz hareket ettirmez, mâcerâ hevesiyle kan dökmezdi. Kendi devrine kadar atalarının yer yer, ada ada yapmış oldukları akınlarını, plânlı bir fütûhât hâline getirdi ve devletini, sistemli bir idârecilik şuûruyla istikrârlı, yerleşmiş bir devlet yaptı.

Otuz senelik saltanatı devresinde düzenlediği küçük, büyük seferler, memleketin coğrafî işbirliğini sağlamaya dayanır. Bu gâyeye ulaşmak için de at geçmez kayalıklardan, geçit vermez nehirlerden geçerek; durup dinlenmeden, yaz-kış demeden savaştı. Bütün bu seferleri bir plâna göre yaptığından nereye gitmesi, nerede durması lâzım geldiğini bilerek hareket etti. Yapacağı seferlerin muvaffakiyetle netîcelenmesini sağlamak için, aylarca bu seferlerin bütün teferruâtını hâzırlardı.

Kumandanlığı ile diplomatlığı dâimâ berâber hareket ederdi. Hangi devlet üzerine sefer düzenleyecekse, o devletin iç ve dış münâsebetlerini, zaaflarını, kuvvetini, diğer devletlerle olan münâsebetlerini, en ince noktasına kadar tedkîk eder ve sefere hasmının en zayıf ve kendisinin en kuvvetli zamânında çıkardı.

Yapacağı seferlerden en yakınlarını bile haberdâr etmez ve bunların gizli kalmasına çok dikkat ederdi. “Sırrıma sakalımın bir tek telinin vâkıf olduğunu bilsem, onu yolar, atarım” sözü meşhûrdur. Böyle hareket etmeyi, muvaffakiyetlerinin başlıca sebeplerinden sayardı. Nitekim böyle hareket etmesinin netîcesinde, İsfendiyâr Beyliği ve Trabzon Rum İmparatorluğunu kolayca ele geçirdi.

[“Denizden damla” misâli anlatmaya çalıştığımız Fâtih hakkında bu bilgilerle iktifâ edip öbür hafta da inşâallah bir nebze “İstanbul’un fethi”ni ele alalım.]