İstanbul Fethi 29 Mayıs’ta Gerçekleşmiştir
Peygamber Efendimizin, “Kostantîniyye elbette fetholunacaktır. Onu fetheden kumandân ne güzel kumandân ve onu fetheden ordu ne güzel ordudur” hadîs-i şerîfinden dolayı İstanbul, Müslümânlar tarafından defâlarca [11 def’a] kuşatılmıştır. Ama muhkem kalelerle korunan [daha önce de 17 defa kuşatılan] şehrin fethi, ancak yedinci Osmanlı pâdişâhı Fâtih Sultân Mehmed’e ve onun şânlı ordusuna nasîb olmuştur.
İstanbul’un fethi hâdisesi, sadece Türkler ve Müslümânlar nezdinde değil, bütün insanlık nazarında, cihân târihi bakımından da çok önemlidir.İstanbul’un fethi, dünyâ târihinin en önemli dönüm noktalarından biri olmuştur.
İstanbul üzerine hücûm etmeye her yönden elverişli olan bahar mevsimi girmiş bulunuyordu. Edirne’den yola çıkarılan büyük ve ağır silahların (topların), İstanbul civârına taşınması tamamlanmıştı. Muhteşem taarruz için gerekli keşifler yapılmıştı. Haliç’in, savunma yönünden Bizanslılar için mühim bir yer olduğu biliniyordu. Zincirlerin gerilerek Haliç’in kapatılması sebebiyle, Osmanlı donanması için mühim bir mânia ortaya çıkmıştı.
Bunu yerinde gören Fâtih Sultân Mehmed Hân, gemilerini, karadan kızaklar üzerinde kaydırarak yürütüp Haliç’e indirmişti. Bu hârikulâde işi başardıktan sonra, sür’atle fethe yaklaşan Fâtih Sultân Mehmed Hân, ordusunun son durumunu tekrâr gözden geçirmişti.
Fâtih’in hocası Akşemseddîn hazretleri, İstanbul’un fethi için açılan cihâdın idâresi hakkında, Sultân’a gerekli tavsiyelerde bulunarak müjdeler veriyordu. Fâtih Sultân Mehmed Hân da, ordusunun başında gece-gündüz devâmlı bulunarak, İstanbul önlerinde hücûm için gereken hâzırlıklarla meşgûl oluyor, önceden hâzırladığı harp planlarını birer birer tatbîk ediyordu. Mücâhidler ordusunun arasında bulunan büyük âlimler ve evliyâ zâtlar, nusret-i İlâhiyyenin (Allahü teâlânın yardımının) gelmesi için devâmlı duâ ve niyâz ediyorlardı.
Belki dünyânın en güzel şehri olan İstanbul’umuzu, biz torunlarına mîrâs bırakan Fâtih hakkında Şark’ta ve Garp’ta çok şeyler söylenmiş, o, asırlar boyu her cephesiyle yazılmış, çizilmiştir. Şimdi, onunla ilgili bazı özet bilgiler sunmak istiyoruz:
Fâtih Sultan Mehmed, kelâm ve matematik ilminde devrinin en büyük otoritelerinden biriydi. Bizanslı târihçi Kritobulos’un hayranlıkla anlattığı, balistik sâhasındaki keşifleri, ortaçağın surlarını yıkmıştır. Bu sûretle Avrupa’nın timsâli olan derebeyi şatoları toplarla yıkılarak büyük devletler kurulmuş; netîcede büyük güç kaynakları bir araya toplanarak ortaçağa son verilmiştir. Bu sûretle Türkler, ortaçağdan yeniçağa Avrupa’dan daha evvel geçmişlerdir.
Fâtih Sultan Mehmed, teşkîlâtçı ve îmârcı idi. Devlet idâresini tâm bir intizâm içinde yürütmek için lüzûm ve ihtiyâç gördükçe, İslâmın esâslarına uygun kânûnlar ve fermânlar yayınladı. Tanzîmât dönemine kadar Osmanlı Devletinin temel kânûnu olarak mer’iyyette kalan Fâtih Kânûnnâmesi çok mühim bir eserdir. Pâdişâhın görüşleri alınarak sadrâzam Karamânî Mehmed Paşa tarafından hazırlanan bu çok önemli kânûnnâmeyi, Nişâncı Leyszâde Mehmed Çelebi kaleme almıştır. Kânûnî Sultân Süleymân devrinde hazırlanan kânûnnâmede de bu eser esâs alınmıştır. Osmanlı Devletinin bütün temel teşkîlât ve müesseseleri, Fâtih devrinde en mükemmel hâle gelmiştir. Enderûn Mektebini kurarak memleket için gerekli devlet adamı yetiştirilmesini yine o sağlamıştır.
Fâtih Sultan Mehmed, ilme, sanata ve ilim adamlarına çok kıymet verirdi. Zihniyeti ve tabîatı îtibâriyle ileri hamleden hoşlanan, terakkî ve medeniyetten zevk alan bir pâdişahtı. Tıpkı askerî fetihleri gibi, ilim adına açtığı savaşta da bir âlimler, sanatkârlar ordusu kurdu ve bu muhteşem orduya kendisi serdâr oldu.
Yeni devletin kurulması plânının icrâsında eğitim ve öğretimin tesir ve önemini her şeyden üstün tuttu. Maârif sistemini kânûnla tanzîm ederek “Ulemâ” sınıfına büyük değer verdi ve idârenin temelini meydâna getiren diyânet ve hukûk kurumlarını teşkîlâtlandırdı. Devlet idâresini ve bunun ilmîleştirilmesini esâs aldı.
Fâtih, medreseleri bizzat teftîş eder, dersleri dinler ve mükâfâtlar verirdi. Sarayda, seferlerde, yolda, sünnet düğünü gibi cemiyetlerde büyük ilmî münâzaralar yaptırırdı.
Arapça, Farsça, Lâtince, Sırpça, Yunanca dillerini iyi bilen Fâtih, Matematik ve Kelâmda devrinin otoritelerindendi. Edebiyâta da merâkı çok olup “Avnî” mahlasıyla şiirler yazmıştır. Avrupa’nın ilim ve tekniğini de çok iyi takip ediyordu. Astronomi, Coğrafya, Târih ve askerlik bilgisi de çoktu.
Aklî ve naklî ilimlerde söz sâhibi olan âlimleri İstanbul’a topladı ve onların talebe yetiştirmeleri için medreseler kurdu. Devrinde yetişen büyük âlim ve sanatkârlar mühim eserler verdiler. Fıkıh ilminde Molla Hüsrev, tefsîrde Molla Gürânî, Molla Yegân, Hızır Çelebi, matematikte Ali Kuşçu, kelâmda Hocazâde, zamânının büyük âlimlerindendi ve ülkesine dünyânın dört bir tarafından âlimler akın ederdi. Hattâ meşhûr âlim Molla Câmî bile İstanbul’a gelmekteyken, Pâdişâh’ın ölüm haberi üzerine yoldan geri döndü.
Biz, hemen hemen her sene Mayıs ayında, Fâtih Sultân Mehmed Hân’la ilgili makâleler yazar, konuşmalar yaparız. Neden? Çünkü, II. Murâd Hân’ın oğlu, II. Bâyezid Hân’ın da babası ve Osmanlı padişahlarının yedincisi olan Fâtih Sultân Mehmed Hân, 1431’de Edirne’de doğup bu ayın başında [3 Mayıs 1481’de] Gebze’de vefât etmiştir. Nâşının İstanbul’a getirilmesi 22 Mayıs’ta, İstanbul’u fethi ise 29 Mayıs’ta olmuştur. Bu bakımdan Mayıs ayına, “Fetih ve Fâtih Ayı” dense lâyıktır. Çünkü bir çağın kapanıp diğer bir çağın açılışına başlangıç kabûl edilen ve dünyâ târihinde çok önemli bir hâdise olan “İstanbul’un Fethi” debu ayda gerçekleşmiştir.
Bildiğiniz gibi, 2 İmparatorluk, 4 Krallık, 6 Prenslik ve 5 de Dükalık olmak üzere, toplam 17 devlet fetheden Fâtih Sultân Mehmed Hân, büyük bir askerî dehâya sâhip ve târihin en büyük hükümdârlarındandır.
Daha 21-22 yaşında iken, İstanbul’u alarak, Bizans İmparatorluğu’na son veren bu büyük hükümdâr, bu fetihten sonra Arnavutluk’u, Bosna ve Hersek’i de almış, Yunanistan’ın fethini tamamlamış ve Balkanları, idâresi altında birleştirmiş, Trabzon-Rum Pontus Devleti’ne de son vermiştir.
Fâtih Sultân Mehmed Hân, kendi devrine kadar olan atalarının kısmen yapmış oldukları akınları, plânlı bir fütûhât hâline getirmiş ve devletini, istikrârlı, yerleşmiş bir devlet yapmıştır. Otuz senelik saltanat devrinde düzenlediği küçük-büyük seferler, memleketin coğrafî işbirliğini sağlamaya dayanır. Bu gâyeye ulaşmak için de, yaz-kış demeden, at geçmez kayalıklardan, geçit vermez nehirlerden geçerek durup dinlenmeden seferlere çıkmıştır.
1481 senesinde 300.000 kişilik çok kudretli ve büyük ordusuyla yeni bir zafer yolunda iken, maalesef zehirlenmiş, yukarıda belirttiğimiz gibi 3 Mayıs 1481 günü Gebze’de vefât etmiştir. Onun vefâtı ile Hıristiyânlık dünyâsı bayram yapıp kiliselerinde 3 gün çan çalmışlardır. Cenâzesi İstanbul’a getirilip 22 Mayıs 1481 günü, Fâtih Câmii bahçesindeki kabrine tevdî edilmiştir.
Şimdi burada, “İstanbul’un fethi” hâdisesi üzerinde çok kısa bir şekilde duralım: İstanbul’un fethi, sadece Türkler ve Müslümânlar nezdinde değil, bütün insanlık nazarında, cihân târihi bakımından da çok önemlidir. Dünyâ târihinde önemli dönüm noktalarından biri olmuştur.
Fâtih Sultân Mehmed Hân, 23 Martta ordusuyla Edirne’den hareket etti. Kuşatma 6 Nisanda başladı. 18 Nisanda İstanbul adaları alındı. 22 Nisan gecesi Türk donanması karadan Haliç’e indirildi. 23 Nisanda sulh teklifine gelen Bizans elçisine, genç Pâdişah İkinci Mehmed; “ Ya ben şehri alırım, ya da şehir beni ” cevâbını verdi.
Fâtih 26 Mayıs’ı 27 Mayıs’a bağlayan günün gecesi, büyük bir harp meclisi kurdu. Bütün komutanları ve orduya ma’neviyât verme bakımından fevkalâde tesîrli olan âlimleri ve evliyâ zâtları da’vet edip bu mecliste toplamıştı.
Akşemseddîn, Molla Gürânî, Zağnos ve Şehâbeddîn paşalar, kuşatmaya devâm edip fethi gerçekleştirmeyi istiyorlardı. Çandarlı Halîl Paşa ve onun gibi düşünen bazı zevât ise, Bizanslılar tarafından yapılan sulh teklîfini kabûl etmeyi tercîh ediyorlardı.
Akşemseddîn hazretleri, hocası Hâcı Bayrâm-ı Velî’nin kendisine İstanbul’u fethedecek olan ve hadîs-i şerifte: “Ne güzel emîrdir…” buyurularak vasfedilen sultân ile beraber bulunacağına dâir verdiği müjdeyi biliyor ve buna göre hareket ediyordu.
Toplanan büyük harp meclisinden, cihâda devâm etme karârı çıkmıştı. Bunun üzerine Fâtih Sultân Mehmed Hân, ordusunda son hücûm hâzırlığını başlattı. Son emirlerini verip askerlerinin fethi gerçekleştirmek için gösterecekleri gayret ve hizmetlerin nasıl değerlendirileceğini de sözlerine ilâve ettikten sonra şöyle dedi: “Şimdi size emrim şudur: Herkes kendi alayına ve çadırına gidip yemek yesin ve istirâhat etsin. Emriniz altında bulunanlara tenbîhâtımızı bildiriniz. Yarın sabâh kalkarak herkes kendi mevkıinde muntazam bir şekilde safları tertîp etsin ve şu tertîbimiz, ağyâra (başkalarına) aslâ teşerruh etmesin (bildirilmesin).”
Ulubatlı Hasan’ın burçlara bayrak dikmesi ile coşan askerler, delik deşik olan surlardan içeri girdiler. 20 parça donanma ve 300.000 askerden müteşekkil ordunun, yeri ve göğü sarsan “tekbîr” ve “tehlîl” sesleri arasında, öğleden sonra Fâtih Sultân Mehmed Hân, Topkapı’dan şehre girdi. 29 Mayıs sabâhı yapılan son taarruzda İstanbul düştü.
[“Ubeydullah-ı Ahrâr hazretleri, bir gün öğleden sonra, ânîden atının hâzırlanmasını istedi. Atı hâzırlanınca, binip sür’atle Semerkant’tan dışarı çıktı…..
Ubeydullah-ı Ahrâr, daha sonra evine döndüğünde, talebeleri nereye ve niçin gittiğini sordular. “Türk Sultânı (Fâtih Sultân) Muhammed Hân, kâfirlerle harbediyordu. Benden yardım istedi. Ona yardım etmeye gittim. Allahü teâlânın izniyle gâlib geldi. Zafer kazanıldı” buyurdu]
Fâtih, askerî ve siyâsî sâhada eşsiz bir dehâ idi. Fâtih Sultan Mehmed, soğukkanlı ve cesûrdu. Bu özelliğinin en güzel misâlini, Belgrad Muhâsarası sırasında, askerin gevşediğini gördüğü zaman, hemen onların önlerine geçip düşmân hatlarına girerek göstermiştir. İstanbul Muhâsarasında da donanmanın başarısızlığı yüzünden atını denize sürmesi, bu cesâretinin büyük örneğidir.
Donanmayı, Beşiktaş’tan Haliç’e indiren teknik zekâya sâhiptir. Haliç’te, Kasımpaşa’dan başlayarak boş fıçılar üzerine kalaslar bağlatıp, Kasımpaşa-Ayvansaray arasında 5.5 m eninde köprü teşkil ettirmesi, onun askerî ve teknik zekâsının mahsûlüdür.
Fâtih, ordu ve donanmasını iyi bir şekilde tekâmül ettirmişti. Ordunun silâhları birkaç senede yenilenirdi. Rahatlıkla söylenebilir ki, Osmanlı donanmasının tekâmül etmiş şekilde kurucusu Fâtih’tir.
Topçuluğa gerekli ehemmiyeti veren ilk padişâhtır. Fâtih’ten önce top, bütün dünyâda, daha çok sesi ile düşmânı ürkütmek için kullanılırdı. Büyük kaleleri yerle bir edebileceği ve meydân muhârebelerinde rol oynayacağı hiç düşünülmemişti. Fâtih, bütün bunları aklederek, o târihe kadar görülmeyen sayı ve çapta top yapılmasına yönelmiştir. Topların balistik ve mukâvemet hesaplarını da bizzât kendisi yapmıştır.
Kumandânlığı ile diplomatlığı dâimâ berâber yürütürdü. Askerî ve siyâsî sâhada eşsiz bir dehâ idi. Ne istediğini ve ne yapabileceğini bilen, o işleri başarabilmek için gerekli tedbîrleri, yorulmak bilmeyen bir azim ve sabırla hâzırlayan bir insandı.
Çok cesûr ve çok zekî olduğu kadar, çok mükemmel yetişmiş bir hükümdâr olan Fâtih Sultan Mehmed Hân, Arapça, Farsça, Lâtince, Sırpça, Yunanca biliyor, Avrupa ilim ve tekniğini de çok iyi takip ediyordu. Coğrafya, matematik ve astronomi ilimlerine karşı husûsî bir merâkı vardı ve astronomi, matematik, askerlik, târih, coğrafya bilgisi çoktu. Kelâm ve matematikte devrinin otoritelerindendi.
Edebiyâta da merâkı çoktu; hattâ “Avnî” mahlasıyla şiirler de yazdı; sarayda dîvânı olan ilk pâdişâhtır. Fâtih, medreseleri bizzât teftîş eder, dersleri dinler ve mükâfât verirdi. Sarâyda, seferlerde, yolda, sünnet düğünü gibi cemiyetlerde büyük ilmî münâzaralar yaptırırdı.
Çeşitli ilimleri öğrenmek için devrin en mütehassıs âlimlerini kendisine hoca ta’yîn ederdi. Bunlar her gün muayyen sâatte gelip, kendisine ders okuturlardı. Molla Yegân, Molla Akşemseddîn, Molla Akbıyık, Hocazâde, Molla Gürânî, Molla Hüsrev, Molla İlyâs, Sirâceddin Halebî, Molla Abdülkâdir, Hasan Samsûnî, Molla Hayreddîn gibi büyük âlimler ona hocalık yapmışlardır.
Bütün seferlerini, bir plâna göre yaptığından nereye gideceğini, nerede duracağını bilerek hareket ederdi. Hangi devlet üzerine sefer düzenleyecekse, o devletin iç ve dış münâsebetlerini, zaaflarını, kuvvetini, diğer devletlerle olan münâsebetlerini en ince noktasına kadar tetkîk eder ve sefere, hasmının en zayıf ve kendisinin en kuvvetli zamânında çıkardı.
Yapacağı seferlerin muvaffakıyetle netîcelenmesini sağlamak için aylarca bu seferlerin bütün ön hâzırlıklarını yapardı. Ordunun disiplinine çok dikkat ederdi. Yapacağı seferlerden en yakınlarını bile haberdâr etmez ve bunların gizli kalmasına çok dikkat ederdi. “Sırrıma sakalımın bir tek telinin vâkıf olduğunu bilsem, onu yolar, atarım” sözü meşhûrdur.
Ordunun disiplinine çok dikkat ederdi. En küçük itâatsizliği ve buna sebep olan subayları şiddetli bir şekilde cezâlandırırdı. Kendi devrine kadar olan atalarının kısmen yapmış oldukları akınları, plânlı bir fütûhât hâline getirdi ve devletini, istikrârlı, yerleşmiş bir devlet yaptı. Otuz senelik saltanat devresinde düzenlediği küçük-büyük seferler, memleketin coğrafî işbirliğini sağlamaya dayanır. Bu gâyeye ulaşmak için de at geçmez kayalıklardan, geçit vermez nehirlerden geçerek durup dinlenmeden, yaz-kış demeden seferlere çıkmıştır.
Makâlemizin sonunda ifâde edelim ki, İstanbul fethinin çok önemli bazı sonuçları olmuştur:
1-Bizans’ın çöküşü ile “Ortaçağ” kapanıp “Yeniçağ” açılmıştır. Bu; ilmin, tekniğin, san’atın ve îmânın eseriydi. İstanbul’un fethi, Türk ve İslâm târihinin en müstesnâ olaylarından biri sayılarak ona “Feth-i Mübîn” denildi.
2-Dünyânın en büyük kilisesi olan Ayasofya, câmi hâline getirilmiştir. [Fâtih bu ma’bedin kıyâmete kadar “Câmi” kalmasını yazılı olarak vasiyet ve vakfeylemiştir.]
3-Fetihten sonra Tuna’nın güneyi ile Fırat-Toros hattının batısındaki sâha Osmanlılara katılmıştır. Ayrıca Boğdan, Sırbistan, Mora, Amasra, Çandarlı Beyliği, Trabzon Rum İmparatorluğu, Akkoyunlu Beyliği, Kırım Hânlığı Osmânlılara ilhâk edilmiştir. [Toplam 2 İmparatorluk, 4 Krallık, 6 Prenslik ve 5 de Dükalık olmak üzere, 17 devlet ele geçirildi.]
4-Venedik’in deniz üstünlüğü bitmiştir.
5-Hıristiyân halk, hattâ Papazlar bile İstanbul’da lâtin şapkası yerine, Türk sarığı görmeyi tercîh ettiklerini söylemişlerdir.
6-Dünyânın her tarafından ilim adamları akın akın İstanbul’a gelmiştir. İstanbul bir ilim ve san’at merkezi olmuştur.
7-Fâtih, Bütün Ortodoks Hıristiyânların başı olan Patrikliği ortadan kaldırabilecek güçte olmasına rağmen kaldırmamıştır.
8-İstanbul’un düşmesinden sonra, sûrlarda Ceneviz kumandân ve askerlerinin ölülerine rastlandı. Hâlbuki Cenevizliler Türklerle dostluk anlaşması imzâlamışlardı. Bu ihânetleri ortaya çıkınca çok korkan ve kendilerine çok ağır cezâlar verileceğini bekleyen Cenevizlilere bir şey yapmadı. Fâtih Sultan Mehmed, Ceneviz vâlîsi ve papazını çağırtarak sâdece üzüntülerini bildirdi.
Fâtih Câmii’nin bahçesindeki türbesinde bulunan Fâtih Sultân Mehmed Hân’a rahmetler diliyoruz; nûr içinde yatsın. Hıristiyânlık dünyâsı, o kahramân cihângîrin vefâtından dolayı sevinçlerinden bayram yapıp kiliselerinde 3 gün çan çalmışlardır.