İstanbul Fatihi’nin Örnek Hayatı
Bilindiği gibi, Osmanlı pâdişâhlarının yedincisi ve İstanbul’un fâtihi olan Sultan Mehmed Han’ın babası altıncı Osmanlı padişahı İkinci Murad Han, annesi ise Candaroğulları âilesinden Hadîce Âlime Hümâ Hâtun’dur. İkinci Mehmed, 30 Mart 1431 tarihinde (Pazar günü) Edirne’de dünyâya gelmiştir. Küçük yaşta iken tahsiline ve yetişmesine çok ehemmiyet verilen Şehzade Mehmed, devrin en mümtaz alimlerinden ilim öğrenmiştir.
Geçen sene Mayıs ayında yazdığımız 4 makalede onun yetişmesini sağlayan hocalarını, biyografisini, zaferlerini, özellikle İstanbul’u fethedişini genişçe ele almıştık. Ama bu ay, yine fetih ayı olduğu için, birkaç makalemizde daha, ondan bahsedeceğiz.
12 yaşına gelince, devlet idâresini öğrenmesi için Edirne’den Manisa’ya vâli olarak gönderilen ve kısa bir süre sonra da babası tarafından tahta çıkarılan genç padişahın bu durumundan faydalanmak isteyen yeni bir Haçlı ordusu, 1444 yılının Eylül ayında, Türk topraklarına girdi. Vaziyetin ciddiyetini anlayan Sultan Mehmed, yazdığı mektupla babasını yeniden saltanata dâvet etti. Bâzı rivâyetlerde bu talep üzerine, bir kısım rivâyetlere göre de, durumun vehâmetini takdir eden İkinci Murad, kendi reyi ile İstanbul Boğazı’ndan Avrupa’ya geçerek Edirne’ye geldi. Derhal idâreyi ele alarak Varna’ya hareket etti. Gerek Avrupa devletlerinin hasımca davranışları, gerek Anadolu’daki Türk beyliklerinin nizâmı bozucu hareketleri, devleti çok sarsmıştı. 1444 Varna Zaferi ile Osmanlı Devletinin temelleri tam olarak sağlamlaştırılmış oldu.
1451 târihinde, babası II. Murad’ın vefâtı üzerine II. Mehmed, 2. defa Osmanlı tahtına oturduğunda 19 yaşındaydı. İlk iş olarak, Saltanat değişikliği dolayısıyla fırsat kollayan Karamanoğulları üzerine bir sefer yapıp o işi hallettikten sonra, kangren hâline gelen Bizans mes’elesine yöneldi. Kaynakların belirttiğine göre Pâdişah, gece-gündüz hep Peygamber Efendimiz’in müjdelediği İstanbul’un fethini düşünüyordu. Evliyânın işâretleri, keşif ve kerâmet sâhiplerinin sözleri ile de o bu fikri tamâmiyle benimsemişti. İşte bu azim, aşk ve şevkle İstanbul fatihi payesini elde etmiştir.
İstanbul’un fethine nereden başladı?
Önce Rumeli Hisarı’nı yaptırıp, Yıldırım Bâyezîd’in karşı kıyıda yaptırdığı Anadolu Hisarı ile berâber boğazı kesmiş, bundan sonra, 1452-1453 kışını Edirne’de harp hazırlıkları ile geçirmiştir. Rumeli Hisarı’nın inşâ plânının bizzât Pâdişâh tarafından çizildiği rivâyeti kuvvetlidir. Hisarın kerestesi İzmit’ten, kireci Şile bölgesinden getirildi ve yapımında 1.000 taşçı ustası, 5.000 işçi, 10.000 civârında yamak çalıştırıldı. Vezirler sırtlarında taş taşıyarak hisarın yapılmasına hizmet ettiler. Ayrıca bâzı burçların –işçi ücretleri dâhil– yapım masrafını, vezirler üzerlerine aldılar. Rumeli Hisarı’nın inşâsı esnâsında Bizans İmparatoru elçi göndererek, “kendi toprakları üzerine kale yapılmasının dostluğa ve ahde vefâya uymadığını” bildirdi. Bunun üzerine Fâtih Sultan Mehmed, elçiye: “Var git, kralına söyle! O, rahmetli babam zamânında ahdi çok defa bozmuştu. Arada ahid mi kaldı ki vefâdan bahseder. Bu topraklara biz hisar yaparız, toprak elçi göndermekle kurtarılmaz. Eğer bu topraklar onunsa, gelip kurtarsın” diyerek kesin niyetini ortaya koydu. Dört aydan az bir zamanda bitirilen Rumeli Hisarı ile İstanbul’un Karadeniz’den gelebilecek ikmâl yolunu tam kontrol altına almış oldu. Ayrıca Karadeniz kıyılarına yayılan Venedik kolonilerinin de böylece Venedik ile irtibatı kesilmiş oluyordu. İstanbul’un muhâsarasına kadar da her geçen gemi; yükü, kalkış ve varış iskeleleri gibi bilgileri ve geçiş rüsûmunu (vergisini) altın olarak vermeye mecbur bırakılmış, vermeyen batırılmıştır.
Şehzâdeliğinden beri, bir an önce İstanbul’u fethetmek, Sevgili Peygamberimizin müjdesine mazhar olabilmek ideali ile yanıp tutuşan Sultan Mehmed, bu büyük meselenin halli için askeri târihin kaydettiği ilk büyük ateşli silahlar ve toplarla bu orduyu karşısında durulmaz bir kudret haline getirmiştir. Devrin en ağır toplarını döktürdü. O zamana kadar ateşli silahların atıştan sonra soğuması beklenirdi. Fâtih Sultan Mehmed, zeytinyağı döktürerek insanlık târihinde “yağla makina soğutmasını”, ayrıca havan topunun balistik hesaplarını yapıp plânını çizerek dik mermi yollu ilk silahı keşfetti.
İstanbul muhâsarasında, donanmayı Beşiktaş’tan kara yolu ile Haliç’e indiren teknik bir dehâya ve çeşitli muhâsara makinalarına, seyyar kulelere sâhip olmuştu. Haliç üzerinde, Kasımpaşa tarafından başlamak üzere boş fıçılar üzerine kalaslar bağlatarak Kasımpaşa-Ayvansaray arasına beş buçuk metre eninde bir köprü inşâ ettirdi.
Fâtih, bu yüksek vasıfları ve üstün kuvvetiyle İstanbul fethine hazırlanırken, düşmanları da boş durmuyor, bilhassa Bizans ona karşı dış düşmanları ve içerde şehzâdeleri kışkırtıp, târihî fesat siyâsetinin son gayretini ortaya koyuyordu. Bu defa da şehzâde Orhan’ı Fâtih aleyhine kullanma teşebbüsüyle genç Pâdişâh’a İstanbul seferinin meşruluğunu ve zarûretini bir kere daha göstermiş oluyorlardı. İnşaallah budan sonraki makalelerimizde onun diğer yönlerini ele almak istiyoruz.