Cumartesi, Kasım 16, 2024
Makaleler

İnsanların Yaratılış Gâyesi

Güzel ülkemizde, genç nesil bir haylî fazla. Avrupa ülkelerinde yaşlı nüfûs daha çoktur. Türkiye’de takrîben 15-16 milyon öğrenci var. 2012-2013 “Eğitim ve Öğretim Yılı” başlamak üzere. Bugün bu münâsebetle, biraz “insan”dan ve “eğitim”den bahsetmeyi arzû ediyoruz.

Ama esâs konumuza girmeden önce bir mukaddime yapmak istiyorum:

Bütün kâinâtı, canlı-cansız her varlığı, en mükemmel bir nizâm ve intizâm üzere yaratan ve onları her ân varlıkta durduran Allahü teâlâ, şu uçsuz-bucaksız olarak gördüğümüz koca “kâinât”ta, sâdece “dünyâ”nın insanlarla meskûn olmasını irâde etmiş, “ilk insan” olarak “Hz. Âdem”i bu dünyâya göndermiş ve onu aynı zamanda “ilk Peygamber” kılmıştır.

[Binâen aleyh insanların atası maymun değildir; başka gezeğenlerde insanlık hayâtı yoktur ve insanlık vahşet üzere değil, medeniyet üzere başlamıştır.]

İlk insan ve ilk Peygamber Hazret-i Âdem ile eşi Hazret-i Havvâ, yeryüzünde bulunan ve “İlâhî vahiy” ile terbiye edilmiş olan ilk âiledir. İnsan nesli (soyu), onlardan çoğalmıştır. Yüce kitâbımız Kur’ân-ı kerîmde bildirildiği gibi, bu âile, bir erkek ile bir kadından ibârettir.

Bugün yeryüzünde rastladığımız farklı renklere, kültürlere, milletlere ve gruplara rağmen, insanlar temelde bir tek âilenin çocuklarıdırlar. İlmin kesin olarak ortaya koyduğu husûs, farklı ırklara, renklere, kan gruplarına ve iskelet yapılarına rağmen, bütün insanların bir ana-babadan çoğaldıklarıdır.

Nitekim Cenâb-ı Hak, “Hucurât sûresi”nin onüçüncü âyet-i kerîmesinde mealen: “Ey insanlar! Biz sizleri, bir erkek ile bir kadından yarattık. Birbirinizle tanışmanız için milletlere ve kabîlelere ayırdık…” buyurmuştur.

ALLAHÜ TEÂLÂNIN, İNSANLARA OLAN SONSUZ Nİ’METLERİ

Allahü teâlânın, bütün mahlûkâtına, özellikle insanlara olan merhameti, ihsânı, ni’metleri o kadar çoktur ki, bu, ancak “sonsuz” kelimesiyle ifâde edilebilir.

Yüce Allah,bütünyaratıkları içinde, insanı en güzel bir kıvâmda kılmış, eşref-i mahlûkât yapmış ve diğer yaratıkları da onun istifâdesine vermiştir. Binâenaleyh dünyâdaki bütün hayvânlar, bitkiler ve cansızları; yer altı ve yer üstündeki; denizler, göller, nehirler ve semâvâttaki her şeyi, insanoğlunun emrine ve hizmetine vermiştir. İnsanı, âlemde hâkim duruma getirerek, onu kendisine muhâtab kabûl etmiş ve “mükellef” yapmıştır.

Muhakkak ki Cenâb-ı Hakk’ın kullarına olan ni’metlerinin en büyüğü, “Peygamber”ler ve “Kitap”lar göndererek onlara sırât-ı müstakîmi, doğru yolu, rızâ-i İlâhî’ye ve Cennet’e götüren yolu, ebedî saâdet yolunu göstermesidir.

Yüce Allah, insanlara muhtâc oldukları her türlü ni’meti lutfetmiştir. Bu ni’metler sayılamıyacak kadar çoktur. Bu konuda 2 âyet-i kerîme vardır:

“O size istediğiniz her şeyden verdi. Allah’ın ni’metini sayacak olsanız sayamazsınız. Doğrusu insan çok zalim, çok nankördür!” [İbrâhîm, 34]

“Hâlbuki Allah’ın ni’metlerini teker teker saymaya kalkışsanız, onları sayamazsınız. Muhakkak ki Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir.” [Nahil, 18]

PEYGAMBERLER VÂSITASIYLA, İNSANLARA SAÂDET YOLLARI GÖSTERİLMİŞTİR

Şüphesiz kiCenâb-ı Hak, yarattığı şu mükemmel âlemle, kendi varlığını belli ettiği gibi, kullarına çok merhamet ve şefkat ettiği, acıdığı için, var olduğunu ayrıca “Peygamber”leri vâsıtasıyla da bildirmiştir.

“İlk Peygamber” Âdem aleyhisselâmdan başlayarak, “son Peygamber” olan Sevgili Peygamberimize gelinceye kadar her asırda, dünyânın her tarafındaki insanlar arasından en iyi, en üstün olarak seçtiği bir zâta (Peygambere), “melek”le [“Cebrâîl” aleyhisselâm’la] haber göndererek, kendi varlığını, isimlerini ve sıfatlarını bildirmiştir.

Bilindiği gibi “Âmentü” esâslarından ya’nî dinde inanılacak altı şeyden dördüncüsü, Allahü teâlânın Peygamberlerine inanmaktır. Peygamberler, insanları, Cenâb-ı Hakk’ın beğendiği yola kavuşturmak, doğru yolu göstermek için gönderilmişlerdir.

İslâmiyette “Peygamber” demek, yaratılışı, huyu, ilmi, aklı zamânında bulunan bütün insanlardan üstün, kıymetli, muhterem bir insan demektir. Hakîkatta meleklerden de üstündürler. Peygamberlik; çalışmakla, açlık, sıkıntı çekmekle ve çok ibâdet yapmakla ele geçmez. Yalnız Allahü teâlânın ihsânıyla, seçmesiyle olur. Peygamberlerin hiçbir kötü huyu, beğenilmeyecek hâlleri yoktur. Peygamberlerde “ismet” sıfatı vardır. Yâni peygamber olduğu bildirilmeden önce de, bildirildikten sonra da, küçük ve büyük hiçbir günâh işlemezler. Peygamber olduğu bildirildikten sonra, peygamber olduğu yayılıncaya, anlaşılıncaya kadar, körlük, sağırlık ve benzeri ayıp ve kusurları da olmaz.

Allahü teâlâ tarafından insanlar arasından seçilmiş ve görevlendirilmiş, her bakımdan güvenilen, kusûrsuz, günâhsız kimseler olan peygamberler, insanlara, dînin hükümlerini teblîğ eden, duyuran, öğreten elçiler, habercilerdir.

Allahü teâlânın, kullarına, râzı olduğu yolu göstermek için, çeşitli kavimlere, zaman zaman peygamberler gönderdiği, akl-ı selîm sâhibi herkes tarafından kabûl edilen çok açık bir husûstur.

İlk insan ve ilk Peygamber Hz. Âdem’den sonra da muhtelif asırlarda, çeşitli coğrafî bölgelere “Hz. Nûh”, “Hz. İbrâhîm”, “Hz. Mûsâ”, “Hz. Îsâ” ve “Hz. Muhammed” (aleyhimüs-selâm) gibi birçok “Peygamber” gönderilmiş, bazılarına “Kitap” ve “Suhuf”  ta verilmiştir.

Muhammed aleyhisselâm, bütün insanlara ve cinnîlere son peygamber olarak gönderilmiştir. O, her zamanda, her memlekette ya’nî dünyâ yaratıldığı günden kıyâmet kopuncaya kadar, gelmiş ve gelecek bütün varlıkların, her bakımdan en üstünüdür. Hiçbir kimse, hiçbir bakımdan, onun üstünde değildir.

Kullarının dünyâda râhat, huzûr içinde, kardeşçe yaşamaları, âhirette de sonsuz saâdete, bitmez-tükenmez ni’metlere kavuşmaları için, yapılması lâzım olan iyilikleri ve sakınılması lâzım olan kötülükleri, Peygamberlerine bildirmiş, bunları bildiren birçok “Kitap” (yüz suhuf ve dört büyük kitap) da göndermiştir. Bu kitaplardan yalnız Kur’ân-ı Kerîm bozulmamış, diğerleri maalesef kötü kimseler tarafından değiştirilmiştir.

Peygamberler, Yüce Allah tarafından seçilip beşeriyete gönderilmiş çok kıymetli insanlardır. Ümmetlerini, Cenâb-ı Hakk’a çağırmak, sapık, yanlış yoldan, doğru yola, saâdet yoluna çekmek için gönderilmişlerdir.

İnsanların dünyâdaki ve âhiretteki işlerinin düzgün ve faydalı olması ve onların yanlış, zararlı işlerden korunup, selâmet, hidâyet, râhat ve saâdete kavuşmaları için, peygamberlerle, dîn gönderilmiştir. Peygamberler vâsıtası ile gönderilen “Dîn”, insanları ebedi saâdete götürmek için Allahü teâlâ tarafından gösterilen yol demektir. Dîn ismi altında insanların uydurdukları eğri yollara dîn denmez, dînsizlik denir.

Cenâb-ı Hak, bütün Peygamberleri vâsıtasıyla, onlara saâdet yollarını göstermiş, iyi ve güzel, kötü ve çirkin her şeyi öğretmiştir. Bu “Peygamber”leriyle, insanların dünyâda ve âhirette râhat etmeleri, huzûr içerisinde, iyi bir şekilde yaşamaları için, emirlerini ve yasaklarını, yanî ne yapmaları ve nelerden sakınmaları lâzım olduğunu açıklamıştır.

Bu Peygamberlerin hepsinin hedefi, “insân-ı kâmil” ya’nî “iyi ferd”, “iyi âile”, “iyi cemiyet” yanî güzel ahlâklı insanlar meydâna getirmek olmuştur.

İster “Ülü’l-azim”, ister “Resûl” veisterse “Nebî” olsun bütün Peygamberlerin eğitimdeki hedefleri aynıdır. Bu Peygamberlerden bazılarına gönderilen 104 kitaptaki hedef de, altını çizerek ifâde edelim ki, insanların dünyâda huzûr ve sükûn içerisinde yaşamaları, âhirette de ebedî saâdete kavuşmalarıdır.

Peygamberlerin vârisleri olan İslâm âlimleri ve Evliyâ-yı kirâm da, hep gıdâ gibi, bütün insanlara lâzım olan iyi fertler, âileler ve cemiyetler teşkîl etmek için uğraşmışlardır.

Gelmiş-geçmiş bulunan bütün Peygamberlerin getirdikleri ahkâm-ı dîniyyede dînin, nefsin (cânın), aklın, neslin (ırzın, nâmûsun), mâlın ve benzeri değerlerin korunması öngörülmüştür. Allahü teâlâ ve Peygamberleri, emir ve yasaklarında, bunları koruma altına almışlardır.

Hâlbuki bugün bütün dünyâda, bu sayılanlar da dâhil olmak üzere, bütün insan hakları ciddî bir şekilde ihlâl edilmektedir.

Mukaddes dînimizde adam öldürmek, yaralamak, malını almak, çalmak şöyle dursun, kalp kırmak bile büyük günâhlardandır.

BU DÜNYÂ BİR İMTİHÂN YERİDİR

Bilindiği gibi, bu dünyâ bir imtihân yeridir. Bu imtihânda muvaffak olmak için, İslâmiyetin emrettiği gibi inanmak, yasaklanan şeylerden kaçınmak ve farz kılınan ibâdetleri yapmak lâzım ve şarttır.

Yüce Rabbimiz Kur’ân-ı kerîmde, Mülk sûre-i celîlesinin 2. âyet-i kerîmesinde: “Hanginizin daha güzel amelde bulunacağını imtihân edip ortaya çıkarmak için ölümü de, hayâtı da yaratan O’dur…” buyurmuştur.

Hakîkatte, bütün insanların yaratılmalarındaki maksat, Allahü teâlâya ibâdet etmeleridir. Nitekim Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîm’inde, Zâriyât sûresinin 56. âyet-i celîlesinde meâlen: “İnsanları ve cinnîleri, ancak (beni bilmeleri, tanımaları) bana ibâdet etmeleri için yarattım” buyurmuştur.

Yine Allahü teâlâ buyuruyor ki: “(Ey Resûlüm!) De ki: Duânız (îmânınız, ibâdetiniz, kulluk ve yalvarmanız] olmasa, Rabbim size ne diye değer versin? [Duânız olmasa, Rabbim size ne kıymet verir?]…” [Furkân, 77]

Bildiğimiz gibi, müslümanlığın farz kıldığı ibâdetlerin faydası, aslında insanlara ya’nî o ibâdetleri yapan fertlere, âilelere ve cem’iyetleredir. Yoksa Allahü teâlâ, insanların ibâdetlerine muhtaç değildir. İnsan namaz kılmakla, oruç tutmakla, diğer ibâdetlerini yapmakla, hem Allah’a karşı kulluk vazîfesini yapmış, hem de kalbini her türlü kötülüklerden temizlemiş olur. Çünkü namaz ve oruç, insanı rûhen yükseltir ve kötülüklerden alıkoyar. Aynı şekilde, Allah’ın emrettiği gibi malının zekâtını vermek ve muhtaçlara yardım etmekle de hem Allah’a karşı kulluk, hem de insanlara karşı insânî vazîfe yapılmış olur.