İnsanların Yaratılış Gâyeleri ve İyi İş Yapmalarının Önemi
Aslında bütün insanların yaratılmalarındaki maksat, Allahü teâlâyı tanıyıp O’na ibâdet etmeleridir. Nitekim Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîm’inde Zâriyât sûresinin 56. âyet-i kerîmesinde meâlen: “Ben, cinnîleri ve insanları, ancak (beni bilsinler, tanısınlar, arz-ı ubûdiyette bulunsunlar) bana ibâdet etsinler diye yarattım” buyurmuştur.
Mahlûkâtın yaratılış gâyesi, bir hadîs-i kudsîde de şu şekilde beyân buyurulmuştur: “Ben, gizli bir hazîneydim, bilinmeyi istedim; bunun üzerine mahlûkâtı yarattım.”
Yüce Rabbimiz, mukaddes kitâbında: “Ey iman edenler! Rükû edin; secdeye kapanın; Rabbinize ibâdet edin; hayır işleyin ki kurtuluşa eresiniz” [Hacc, 77]
“Hanginizin daha güzel amelde bulunacağını imtihân edip ortaya çıkarmak için ölümü de, hayâtı da yaratan O’dur…” (Mülk, 2) buyurmuştur.
Demek ki, yaşamaktan maksat iyi işler yapmaktır. Bir kimsenin iyi veya kötü olduğu da yaptığı işlerden anlaşılır. Bir kimse kötülüklerden kaçıyor, iyi işler yapıyorsa, o kişinin Cennete gitme ihtimâli çoktur.
Peygamber Efendimize, insanların en iyisinin kim olduğu sorulduğunda, “Ömrü uzun olup, ameli güzel olandır” cevâbını vermiştir. İnsanların en kötüsünün kim olduğu sorulunca da, “Ömrü uzun olup, ameli kötü olandır” buyurmuştur.
Sevgili Peygamberimiz:
“Akıllı kimse, nefsini hesâba çeken ve ölümden sonrası için amel işleyen (hazırlık yapan) kimsedir” buyurmuşlardır.
En büyük ve en son Peygamber olan Hazret-i Muhammed (aleyhisselâm) tarafından teblîğ edilmiş olan îmân, ibâdet ve ahlâk esâsları ile insanlar, mânen ve maddeten yükselmeye, üstünlük ve şeref sâhibi olmaya, dünyâ ve âhiret saâdetlerine kavuşmaya dâvet edilmişlerdir.
Böylece insanlar, âlemlerin ve bütün mahlûkların yaratıcısı olan ve bütün nîmetleri, iyilikleri gönderen Allahü teâlâya ibâdet etmeye, ancak O’na boyun bükmeye, O’na duâ etmeye, O’ndan yardım istemeye, O’na sığınmaya çağırılmışlardır.
Nitekim Allah’a kulluk hakkında, Kur’ân-ı kerîm’de meâlen, “Yalnız Sana ibâdet (kulluk) ederiz ve yalnız Sen’den yardım isteriz” (Fâtiha sûresi, 4) buyurulmaktadır.
İnsanların, zaman zaman içine düştükleri birtakım vahîm yanlışlık ve bayağı işler, her devir ve her yerde, Allahü teâlânın gönderdiği Peygamberler (aleyhimüsselâm) ve hak dîn vâsıtasıyla düzeltilmiş, îmân ve ibâdette hak olan “Ma’bûd”a (Allah’a) yönelmeleri emredilmiştir.
Mâdem ki yaratılış maksadımız, “Yüce Yaratıcımız”a ibâdet etmektir. O hâlde, “ibâdet” nedir? “İbâdet”, tek cümle hâlinde ifâde etmek gerekirse, Allahü teâlânın râzı olduğu işleri yapmaktır. Allahü teâlânın rızâsı da, yapılmasını kesin olarak emrettiği farzları yerine getirmekte ve yasak ettiği haramlardan kaçınmaktadır.
HİCRETİN İKİNCİ YILINDA EMREDİLEN BAZI İBÂDETLER
Hicretin ikinci yılında, müslümânlara bedenî ve mâlî ibâdetlerden bazıları emredildi: Bu yılın olaylarından biri, müdâfaa için cihâda, düşmânla harbe izin verilmesidir. [Hicr sûresi, 39-41; Hac sûresi, 39; Bakara sûresi, 190, 192 ve 193. âyet-i kerîmelerin tefsîrlerine bakılabilir. ]
Bu yılın diğer bir hâdisesi, daha önce Kuds-i şerîf’teki Mescid-i Aksâ’ya karşı namaz kılınmakta iken, Allahü teâlânın, Kâ’be-i şerîfe’ye yönelerek namaz kılmayı emretmesi ile kıblenin değişmesi, müslümânların kıblesinin Kâ’be-i muazzama olmasıdır. [Bkz. Bakara sûresi, 144]
Kıblenin değişmesinden bir ay ve hicretten de 18 ay sonra, Şaban ayının 10. günü, Bedir gazâsından da bir ay önce, oruç farz oldu. Yine 2. senenin Ramazân ayında, terâvîh namazı kılınmaya başladı ve sadaka-i fıtır vermek vâcip oldu.
Kezâ hicretin 2. senesinde Ramazân ayında zekât vermek farz, Zilhicce ayında da, Kurbân kesmek ve Bayram namazı kılmak vâcip oldu.
İBÂDETLERİN FAYDASI İNSANLARADIR
Şu husûsu önemle vurgulamalıyız ki, insanların ibâdet ve isyânları, Cenâb-ı Hakk’ın celâli, azameti, büyüklüğü karşısında aynıdır. Bütün insanlar, cinnîler ve diğer mahlûkât Allahü teâlâya, en müttakî bir kul gibi ibâdet etseler, bunların O’na herhangi bir faydası olmaz. Bunun tersine, bütün mahlûkât O’na küfretseler, bunun da herhangi bir zararı olmaz.
Allahü teâlânın bizim ibâdetlerimize ihtiyâcı olmadığı gibi, bizim ibâdetlerimizin de O’na hiçbir faydası yoktur. Her insanın yaptığı ibâdetin faydası, yalnız kendisinedir. Zâten böyle olduğu, Fâtır sûre-i celîlesinin 18. âyet-i kerîmesinde açıkça haber verilmektedir.
Bilindiği üzere, ibâdetlerin faydaları sadece fertlerle de sınırlı değildir. Bazı ibâdetler âile ve cemiyet, toplum âhengini, nizâmını, düzenini önemli ölçüde etkiler. Meselâ oruçta bu husûsiyet, özellik çok bâriz, belirgin bir şekilde müşâhede edilir, gözlemlenir.
Bilindiği gibi ibâdetler üç kısımdır: 1- Beden ile yapılanlar (Namaz ve oruç gibi), 2- Mal ile yapılanlar (Zekât, sadaka-i fıtır ve kurban gibi), 3- Hem beden, hem de mal ile yapılan ibâdetlerdir (Hac ve umre gibi).
BÜTÜN MÜ’MİNLER KARDEŞTİRLER
Mukaddes dînimiz İslâmiyet, bütün müslümânları tek bir vücut gibi kabûl etmiş, müslümânların birbirlerinin dertleri ile ilgilenmelerini istemiştir. Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde, “Mü’minler ancak kardeştirler…” [Hucurât,10] buyurarak mü’minlerin kardeş olduklarını i’lân etmiştir.
Sevgili Peygamberimiz de: “Mü’minlerin birbirlerini sevme ve birbirlerine acıyıp meyletmedeki misâlleri vücut misâlidir. Vücuttan bir uzuv şikâyetlenince, vücûdun diğer organları uykusuzluğa ve sıtmaya ma’rûz kalmak sûretiyle ona iştirâk ederler” buyurmuştur.
Peygamberimizin mübârek hanımı Hz. Âişe (radıyallahü anhâ): “Allahü teâlânın Resûlü, üç gün peşpeşe karnını doyurmamıştır; isteseydi doyururdu. Lâkin o, yoksulları doyurup kendisi aç kalmayı tercîh ederdi” buyuruyor.
Peygamber Efendimiz, “Yanıbaşında komşusu aç olduğu hâlde tok yaşayan, kâmil mü’min değildir“ buyurarak, müslümânın, komşusuyla ilgilenmesinin önemini açık bir şekilde ortaya koymuştur.
Hazret-i Ömer’in (radıyallahü anh) Halîfeliği zamanında dokuz ay süren bir kıtlık olmuştu. Hazret-i Ömer, “ihtiyaç sahipleri bize gelsin” diye halka duyuru yapmış; kendisi de, müslümânlar bolluğa kavuşuncaya kadar, sâdece ekmekle zeytin yağı yiyeceğine, bundan başka katık yemeyeceğine dâir yemîn etmişti.
Bizim için üsve-i hasene / nümûne-i imtisâl / en güzel örnek olan Sevgili Peygamberimiz, insanların en cömerdi idi. Hele Ramazan ayında cömertliği zirve (doruk) noktasına ulaşır, elinde ne varsa fakîrlere dağıtırdı. Onun ahlâk ve fazîlet dolu yaşayışını misâl, örnek alan müslümânlar da aynı davranışları, sâdece senede bir ay [Ramazân ayında] değil, Ramazân’dan sonra da sergilemek durumundadırlar.