Pazar, Nisan 20, 2025
Makaleler

İhtiyâç Olunca Mezhep Taklîdi Mes’elesi

Bir kimsenin, kendi mezhebine göre yapamadığı veya güçlükle yaptığı bir işi,  başka bir mezhepte yapılması kolay ise  o mezhebin şartlarına uyarak, o mezhebe göre yapmasının câiz olduğu fıkıh kitaplarında yazılıdır. (“Hâşiyetü Reddi’l-Muhtâr”, “el-Mîzânü’l-Kübrâ”, “el-Hadîka”, “el-Berîka”). Şimdi bu konuyla ilgili biraz teferruâta girelim, detaylara inelim.

“Hadîka”’da deniliyor ki: “Abdest ve gusülde başka mezhebi taklîd etmek câizdir. Bunun için, o mezhebin şartlarına da uymak lâzımdır. Bütün şartlarına uymazsa, taklîd câiz olmaz. Kendi mezhebine uymayan işi yaptıktan sonra bile, taklîd yapmak câiz olur. Meselâ İmâm Ebû Yûsuf’a, Cuma namazını kıldıktan sonra, guslettiği kuyuda fâre ölüsü görüldü dediler, “Şâfiî mezhebine göre guslümüz sahîhtir“ buyurdu. 

“Berîka”’da, zarûret olan her işte de başka mezhebi taklîd câizdir deniliyor. Hâşiyetü İbn-i Âbidîn’de de “zarûret olsa da, olmasa da, harac [zorluk, sıkıntı] olduğu zaman, diğer üç mezhepten biri taklîd edilir” deniliyor.  Bir Hanefî’nin, kendi mezhebine göre yapamadığı bir işi yapabilmesi için, Şâfiî’yi taklîdde bir beis olmadığı, “el-Bahrü’r-râık” ve “en-Nehrü’l-fâık”’ta da yazılıdır.

İmâm-ı Rabbânî (rahmetüllâhi aleyh)  buyurmuştur ki:

Şafiî âlimleri, kendi mezheplerinde yapılması güç şeylerin Hanefî’ye göre yapılmasına fetvâ vermişlerdir.

Zarûret olmasa da, bir ibâdeti yapmakta güçlük olunca, bunu yapmak için başka mezhebi taklîd câizdir. (“el-Mîzân”, “Fetâvâ-yi Hayriyye”, “Fetâvâ-yi Hadîsiyye”, “Ma’füvvât”)

Tâbi olduğu mezhebe uyarak bir işi yaparken harac hâsıl olursa, bu iş, diğer üç mezhepten, harac bulunmayan biri taklîd edilerek yapılır.

İkinci mezhebe göre de özrü hâsıl olanın, üçüncü mezhebi taklîdi câizdir; bu, telfik değildir.

Hâşiyetü İbn-i Âbidîn’de deniliyor ki: “Zarûret olmasa da, harac olunca, diğer üç mezhepten biri taklîd edilir.”

Bir işin, bir ibâdetin sahîh olması için, dört mezhepten birine uygun olması lâzımdır. Bir ibâdeti yaparken, şartlarından biri bir mezhebe, başka biri de diğer bir mezhebe uygun olursa, bu ibâdet sahîh olmaz. Meselâ, deriden kan akarsa, Hanefî’de abdest bozulur, Şâfiî‘de bozulmaz. Bir erkek, yabancı kadının derisine dokununca, Şâfiî’de, abdesti bozulur. Hanefî’de bozulmaz. Derisinden kan aksa ve kadına da dokunsa, her iki mezhebe göre de abdesti bozulur. Bu abdest ile kıldığı namaz sahîh olmaz; çünkü bu kimse, iki mezhebi telfîk etmekte, karıştırmaktadır. Böyle kimsenin ibâdetinin sahîh olmayacağı sözbirliği ile bildirilmiştir. Bir ibâdetin bir şartı bir mezhebe, başka şartı da diğer bir mezhebe göre sahîh olursa, bu ibâdet sahîh olmaz. Bir mezhebin şartlarına uyarak yapılan bir işin, bir ibâdetin bu mezhebe göre sahîh olmadığı, başka bir mezhebe göre sahîh olduğu sonradan anlaşılsa, o mezhebe göre sahîh olduğunu düşününce, o mezhebi taklîd etmiş olur. O işi, böylece sahîh olur.

Başka bir mezhebi taklîd ederken, o mezhebin bütün şartlarına uyulmazsa, taklîd câiz olmaz. Ancak bütün şartlarına uymak imkânsız olursa o zaman, uyulabildiği kadar uyulur.

Konunun daha iyi anlaşılabilmesi için birkaç misâl verelim:

a- Mukîmken, harac olunca, meselâ doktor ameliyâtta, talebe imtihânda, güvenlik görevlisi nöbette ise, hastalıkta, kadın emzikli veya istihâzalı ise, abdesti bozan özürlerde, abdest ve teyemmüm için zorluk çekenlerde, a’mâ ve yer altında çalışan gibi, namaz vaktini anlamakta âciz olanların ve canından, malından veya nâmûsundan korkanların yahut maîşetine zarar gelecek olanların, iki namazı cem’ etmeleri câiz olur.

Namazı kılmak için işlerinden ayrılmaları mümkün olmayanların, yalnız böyle günlerde, Hanbelî mezhebini taklîd ederek, iki namazı kılmaları câiz olur. Ancak Hanbelî’de de, gusülde ağzın içini yıkamak farzdır. Bunun için ağzında dolgu olan birisi, zarûretsiz Hanbelî’yi taklîd edemez. Zarûret veya harac olunca da, taklîd etmek telfîk olmaz, câiz olur. Çünkü başka çâre yoktur. Namazı kazaya bırakmak harâm olduğu için, Hanbelî taklid edilerek iki namaz cem’ edilebilir. (Hulâsatü’t-tahkîk)

b- Seferde, Hanefî mezhebi hâriç, diğer üç mezhepte namazları cem’ etmek câizdir. Seferde bir harac varsa, Hanefî olan bu üç mezhepten birini taklîd eder. Bu üç mezhepten hangisine göre guslü ve abdesti varsa o mezhebi taklîd eder. Üçüne göre de yoksa, meselâ kadına eli dokunmuşsa ve elbisesi necis ise, Şâfiî’yi taklîd edemez, diş dolgusu varsa Hanbelî’yi taklîd edemez, gusülde delk yapmamışsa Mâlikî’yi taklîd edemez.

Şimdi bu kişi ne yapacak? Yolda iken gusletmesi, elbisesini yıkaması çok zor. Namazı kazâya bırakması harâm olacağı için, bu mezheplerden farzlarına daha çok riâyet edebileceği birini taklîd ederek kılması câiz olur.

c- Bir erkeğin, hanımı ile süt kardeş oldukları, fakat bir-iki kere emmiş olduğu anlaşılsa, Hanefî’ye göre nikâhları bozulur. Bunu kurtarmak için diğer mezheplerde bir çâre aranır. Meselâ Şâfiî veya Hanbelî mezhebi taklîd edilir. Çünkü Şâfiî’de ve Hanbelî’de ayrı ayrı beş kere doya doya emmedikçe süt kardeşi olmaz.

d- Bir erkek, hanımını üç talâkla boşasa, nikâhlarını devâm ettirebilmek için, diğer mezheplerde bir çâre aranır. Meselâ önceden nikâhları Şâfiî mezhebine uygun olarak kıyılmamışsa, Şâfiî mezhebi taklîd edilir. Ya’nî Şâfiî’ye uygun olarak tekrâr nikâhları yapılarak evliliklerine devâm edebilirler.

MEZHEB TAKLÎDİNDE DİKKAT EDİLECEK BAZI HUSÛSLAR

Evvelâ ifâde edelim ki, ihtiyaç olunca, başka bir mezhebi taklîd etmek, mezhep değiştirmek demek değildir.

Meselâ bir Hanefî, kendi mezhebine göre yapamadığı bir işi, başka bir mezhebi taklîd ederek yapabilir. Yalnız, bu işi yaparken o mezhebin şartlarını da yerine getirmesi gerekir. Harac [güçlük] olmadan ve şartlarını yerine getirmeden taklîd ederse, buna telfîk denir ki câiz değildir.

Şâfiî olan bir kimse, bazı zorluklardan dolayı Hanefî veya diğer mezhepleri taklîd edebilir. Çünkü bazı İlmihâl kitaplarında deniliyor ki: Yolda, nakil vâsıtalarında [dolmuşta, otobüste], alış-verişte [çarşıda, pazarda, markette] kadınlara temâs korkusu olan Şâfiî, Hanefî veya Mâlikî’yi taklîd etmelidir.

Bir kişi, kendine kolay gelen, dilediği bir mezhebe bütünüyle uyabilir. Bir işini bir mezhebe, başka bir işini diğer bir mezhebe göre yapabilir. Ancak bir işin hepsini bir mezhebe göre yapmak gerekir.

Bir müslümânın, kendi mezhebine göre yapamadığı bir işi, başka bir mezhebi taklîd ederek yapabileceğine dâir birkaç misâl verelim:

a- Hacca giden bir Şâfiî’nin tavâf esnâsında kadınlara dokunma ihtimâli olduğu için, abdestli bulunması zordur. Bu durumda Hanefî veya Mâlikî mezhebini taklîd eder.

b- Şâfiî bir doktor, kadınlara dokununca abdesti bozulacağı için Hanefî’yi taklîd eder.

c- Şâfiî bir genç, bir kız kaçırsa, kızın babası râzî olmazsa, Şâfiî’de, velîsinin rızâsı olmadıkça evlenmesi câiz olmaz. Ancak Hanefî’yi taklîd ederek velîsiz de evlenebilir.

d- Şâfiî’de zekât  8 sınıfa verilir; sonra gelen Şâfiî âlimleri üç sınıfa verilse de câiz olacağını bildirmişlerdir. Ancak üç sınıfı bulmak da zordur. Hanefî mezhebi taklîd edilerek bir sınıfa verilir.

e- Şâfiî’de fıtra, kâğıt para ile hattâ altın ile de verilmez; “ayn” olarak verilir. Hanefî mezhebi taklîd edilerek altın veya gümüş verilebilir.

Hak mezheplerin farklı ictihâdlarından faydalanmak bir rahmet-i İlâhiyyedir.

Namaz kılanlar için, özürlü olunca, Mâlikî mezhebini taklîd etmeleri büyük kolaylıktır.

Mâlikî mezhebini taklîd ile ilgili olarak İlmihâl kitaplarında deniliyor ki:

İbn-i Âbidin hazretleri, “Hanefî mezhebinde olanın, Mâlikî mezhebini taklîd etmesi evlâdır. Çünkü İmâm Mâlik, İmâm-ı A’zam’ın talebesi gibidir” buyuruyor.

Yine İbn-i Âbidin (rahmetullâhi aleyh), “Âlimlerimiz, zarûret olunca, Mâlikî’ye göre fetvâ verdiler. Bir mes’elenin hükmü Hanefî’de bildirilmemiş ise, Mâlikî taklîd olunur” buyuruyor.

Abdesti sık bozulan hastalar ve ihtiyârlar için ve necâsetten tahâret konusunda çok kolaylık gösterildiğinden, diğer üç mezhepte olan müslümânlar, Mâlikî’yi taklîd ederek, ibâdetlerini râhatlıkla yapabilirler.

Hastalık veya ihtiyârlık sebebi ile, ya’nî zarûret ile idrâr kaçıran Hanefî’nin, tekrâr abdest alması, harac (zorluk, zahmet) olacağı için, bu kimse, Mâlikî’yi taklîd ederek, hemen özür sâhibi olur, bu durumda abdesti bozulmaz.

Bir kimsenin namazda abdesti bozulursa veya abdest almak güç olursa, namaza dururken Mâlikî mezhebini taklîd eder. Mâlikî’de, hastaların, ihtiyârların namazları bozulmaz. Kan veya idrâr kaçıranlar, necâset temizlemekte zahmet çekenler, Mâlikî mezhebini taklîd ederler. Mâlikî’de, mak’attan ve bedenden taş, solucan, cerâhat, sarı su, kan çıkınca abdest bozulmaz. Abdesti bozanlar, hastalık ile çıkarsa ve çıkması men’ olunamazsa, iki kavil vardır. İkinci kavle göre, prostat hastalığı sebebiyle gelen idrâr abdestini bozmaz. Hastaların, ihtiyârların, abdest almakta harac ve meşakkat olduğu zaman, bu kavli taklîd etmeleri sahîh olur. İdrârın kesildiği zaman belli ise, bu zamanda abdest almak iyi olur. İstibrâ zamanı uzun süren veya sonraları damlayan ve bir namaz vakti devâmlı akmadığı için özürlü olamayan Hanefî ve Şâfiîler, Mâlikî mezhebini taklîd ederler.

Mâlikî’nin ikinci kavline göre, özür sâhibi olmak için, hastalık sebebi ile çıkan, abdesti bozan bir şeyin bir kere çıkması kâfîdir. Bir namaz vakti içinde devâmlı çıkması lâzım değildir. Namazdan önce veya namaz içinde idrâr, yel kaçıran hastaların ve ihtiyârların abdestlerinin ve namazlarının bozulmaması için, harac ve meşakkat hâlinde, bunların Mâlikî mezhebini taklîd etmeleri ve imâm olmaları sahîh olur.

Dikkat edilirse, Mâlikî’de, Hanefî’de olduğu gibi özürlü olmak için her namaz vaktinde bir kere akması lâzım değildir. Hastalık sebebiyle ara-sıra zuhûr etmesi, hattâ bir kere çıkması bu kavle göre özür sayılır. Meselâ elinde olmadan zaman-zaman burnu kanayan, mak’attan solucan çıkan, ara-sıra ağız dolusu kusan, kulağı akan, ağrı ile gözünden yaş gelen, bazan yel kaçıran, ishâl olup gâita kaçıran, idrâr kaçıran, istihâzalı veya akıntısı olan kadın, bâsûrdan, çıbandan, yaradan kan ve irin akan, Mâlikî mezhebini taklîd ederse, abdesti bu özrü sebebiyle bozulmuş olmaz. Çamaşıra bulaşan kan ve idrâr lekelerini temizlemek meşakkat olursa, necis de sayılmaz. Namazda iken idrâr gelse, bâsûrdan kan aksa, hem abdest bozulmaz, hem de çamaşırdaki kan ve idrâr necis sayılmaz. Çünkü Mâlikî’de, ikinci kavle göre, necâset namaza engel değildir; temizlemek sünnettir.

Görüldüğü üzere mezheplerin farklı ictihâdları, müctehidlerin değişik şekillerde ictihâd etmeleri, bütün müslümanlar için aslında bir rahmettir; hem de büyük bir rahmet-i İlâhiyyedir.