İbâdet Üzerine Birkaç Kelime
23 Eylül 2003 Salı gecesinde “Mi’râc Kandili”ni idrâk ettiğimiz, 01 – 07 Ekim tarihleri arası “Câmiler Haftası”, 10 Ekim Cuma gecesi (yani bu gece) de mübârek “Berât Kandili” olduğu için, bu haftaki yazımızda, bir nebze daha “İbâdet” üzerinde durmak istiyoruz.
İlk Peygamber Hazret-i Âdem’den itibâren bütün peygamberler (aleyhimüsselâm), insanlığı, kendileri gibi birer mahlûk olan varlıklara tapınmak karanlığından kurtararak, bütün varlıkların yaratanı ve hakîkî sâhibi olan Allahü teâlâ’ya ibâdet etmenin şeref ve üstünlüğüne çağırmışlardır.
En son hak din olan İslâmiyette, en büyük ve en son peygamber olan Hazret-i Muhammed (aleyhisselâm) tarafından tebliğ edilmiş olan îmân, ibâdet ve ahlâk esaslarıyla insanlar, mânen ve maddeten yükselmeye, üstünlük ve şeref sâhibi olmaya, dünyâ ve âhiret saâdetlerine kavuşmaya dâvet edilmişlerdir. Böylece insanlar, âlemlerin ve bütün mahlûkların yaratıcısı olan ve bütün iyilikleri, nîmetleri gönderen, hiçbir varlığa benzemeyen, mekânlı ve zamanlı olmayan, gücü her şeye yeten, doğmamış, doğurulmamış ve bir olan Allahü teâlâya ibâdet etmeye, ancak O’na boyun bükmeye, O’na duâ etmeye, O’ndan yardım istemeye, O’na sığınmaya çağırılmışlardır.
Aklı olan kimselerin, Allahü teâlâya şükretmek için, Muhammed aleyhisselâma uymaları lâzımdır. O’nun yoluna “İslâmiyet” denir. Muhammed aleyhisselâma uyan kimseye “müslüman” denir. Allahü teâlâya şükretmeye, yâni Muhammed aleyhisselâma uymaya da “ibâdet etmek” denir.
Allahü teâlâya tâzim ve saygı, O’na kulluk vazîfelerini yerine getirmekle olur. İbâdetlerin neler olduğunu sâdece bilmek kâfi değildir. İbâdet, Allahü teâlânın râzı olduğu işleri yapmaktır. Allahü teâlânın rızâsı, yapılmasını kesin olarak emrettiği farzları yerine getirmekte ve yasak ettiği haramlardan kaçınmaktadır. İbâdet görevini yerine getirebilmek, Allahü teâlâ’nın nelerden râzı olduğunu bilmeye bağlıdır. İlimsiz ibâdet olmaz. Câhil olanların yaptıklarına ibâdet denmez, sapıklık denir. Nitekim hadîs-i şerîfte; “İlimsiz ibâdet, dalâlettir (sapıklıktır)” buyurulmuştur. Câhil, ne yaptığını bilmeyen kimsedir. Bütün insanların ve cinnîlerin yaratılmasındaki maksat, Cenâb-ı Hakk’a ibâdet etmektir. Bunu, Allahü teâlâ Kur’ân-ı Kerîm’inde haber vermekte ve Zâriyât sûresinin 56. âyet-i kerîmesinde meâlen; “İnsanları ve cinnîleri, ancak beni tanımaları, bana ibâdet etmeleri için yarattım” buyurmaktadır.
Bilindiği gibi ibâdet üç şekilde olur: 1- Beden ile (namaz ve oruç gibi), 2- Mal ile (zekât gibi), 3- Hem beden hem de mal ile (hac gibi)dir. Namaz ve oruç gibi bedenî ibâdetlerde başka birisi vekil yapılamaz. Allah’ın emrettiği namazı herkesin kendisi kılması, orucu da kendisi tutması lâzımdır. Zekât gibi mal ile yapılan ibâdetlerde başka birini vekil etmek câiz olur. Hem bedenî, hem de malî bir ibâdet olan hac vazîfesini kendisi yapamayan birinin de, başka bir müslümanı kendi yerine göndermesine izin verilmiştir.
Bilindiği üzere, İslâmiyette farz kılınan ibâdetlerin faydası, insanlara yâni o ibâdetleri yapan fertlere, âilelere ve cemiyetleredir. Yoksa Allahü teâlâ, insanların ibâdetlerine muhtaç değildir. İnsan namaz kılmakla, oruç tutmakla hem Allah’a karşı kulluk vazîfesini yapmış, hem de kalbini her türlü kötülüklerden temizlemiş olur. Çünkü namaz ve oruç insanı rûhen yükseltir ve kötülüklerden alıkoyar. Aynı şekilde Allah’ın emrettiği gibi malının zekâtını vermek ve muhtaçlara yardım etmekle de hem Allah’a karşı kulluk, hem de insanlara karşı insanî vazife yapılmış olur.
Bir müslüman, Allahü teâlâ’nın haram, yasak ettiği şeylerden, O yasakladığı için kaçınca ve emrettiği şeyleri O emrettiği için yapınca ibâdet yapmış, kulluk vazîfelerini yerine getirmiş olur. İslâm dînindeki ibâdetlerin neler olduğu ve nasıl yapılacağı kıymetli fıkıh, ilmihâl kitablarında geniş olarak anlatılmaktadır.
Bilindiği gibi, Allahü teâlâ’ya ve Peygamberi’ne îmândan sonra, dînimizde en kıymetli ibâdetin namaz olduğu bildirilmiştir. İslâmın ikinci şartı olan namaz, akıllı ve ergenlik çağındaki her müslüman erkek ve kadına emredilen bir ibâdettir. Bedenle yapılan ibâdetlerin de en üstünüdür. İslâmın birinci şartı, şehâdet kelimesini diliyle söyleyip kalbiyle tasdik ederek îmân etmektir. İkinci şartı da, dînimizin direği olan, beş vakit namazı vaktinde kılmaktır. (İslâmın diğer şartları da zekât vermek, oruç tutmak ve hacca gitmektir.) Namaz kılmak îmânın şartı değilse de, namazın farz olduğuna inanmak, îmânın şartıdır.
Akıllı ve ergenlik çağına gelen her müslüman erkek ve kadının, her gün beş kere namaz kılması, Allahü teâlâ’nın emridir. Farz olduğu, Kur’ân-ı Kerîm’de ve hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilmiştir. Beş vakit namaz, “Mîrâc gecesi”nde farz oldu. Mîrâcdan önce, sabah ve ikindi namazları kılınıyordu. Mîrâc da, hicretten bir yıl önce, Receb ayının yirmiyedinci gecesinde vukû bulmuştur.
Namazın ehemmiyetini bildiren âyet-i kerîmeler ve hadîs-i şerîfler pek çoktur. Kur’ân-ı Kerîm’de yüzden fazla yerde, namaz kılmak emri tekrar edilmekte, hadîs-i şerîflerde namazın nasıl kılınacağı öğretilmekte ve teşvik edilmektedir. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve selem) bir hadîs-i şerîfte; “Benden gördüğünüz gibi namaz kılınız” buyurmaktadır. Ayrıca namaz kılanlara Cennet’te mükâfâtlar verileceği, kılmayanların ise büyük azap göreceği bildirilmektedir.
Netice olarak söylemek gerekirse, her gün beş kere namaz kılmak, Kur’ân-ı Kerîm’de ve hadîs-i şerîflerde emredilmiştir.İnşâallah bundan sonraki makalemizde, bir nebze namazdan bahsetmek istiyoruz.