Salı, Kasım 26, 2024
Makaleler

Her Asırda Peygamber Gönderilmiştir

İlk insan ve ilk Peygamber Âdem aleyhisselâm zamanından, Sevgili Peygamberimize gelinceye kadar, her asırda peygamberler gönderilmiştir. Yüz senede bir gönderilen “Nebî”ler, bin senede bir gönderilen “Resûl”ler olduğu gibi, bunların aralarında gönderilen ve hepsinden daha üstün olan “Ülül-azim Peygamberler” de vardır.

Hazret-i Âdem ile eşi Hazret-i Havvâ, yeryüzünde bulunan ve “İlâhî vahiy” ile terbiye edilmiş olan ilk âiledir. İnsan nesli (soyu) onlardan çoğalmıştır. Yüce kitâbımız Kur’ân-ı kerîmde bildirildiği gibi, bu âile, bir erkek ile bir kadından ibârettir.

Bugün yeryüzünde rastladığımız farklı renklere, kültürlere, milletlere ve gruplara rağmen, insanlar temelde bir tek âilenin çocuklarıdırlar. İlmin kesin olarak ortaya koyduğu husûs, farklı ırklara, renklere, kan gruplarına ve iskelet yapılarına rağmen, bütün insanların bir ana-babadan çoğaldıklarıdır.

Nitekim Cenâb-ı Hak, “Hucurât sûresi”nin onüçüncü âyet-i kerîmesinde meâlen: “Ey insanlar! Biz sizleri, bir erkek ile bir kadından yarattık. Birbirinizle tanışmanız için milletlere ve kabîlelere ayırdık…..” buyurmuştur.

“Peygamberler târihi” içerisinde son Peygamber olan Hazret-i Muhammed’in (aleyhis-selâm), 150 bin güzîde sahâbî, mübârek insan, “hayırlı ümmet” meydâna getirmesi, onların da 30-40-50 sene gibi çok kısa zaman zarfında gâyet mahdût imkânlarla, Endülüs’ten [İspanya’dan] Çin’e kadar olan geniş coğrafî bölgeleri fethedip oralara ilim-irfân, ahlâk-fazîlet, adâlet-hakkâniyet, medeniyet-insan hakları, nûr ve hidâyet götürmeleri, dünyâda bir eşi-benzeri görülmemiş bir hâdisedir;  bu dönemde yapılan fetihler ve elde edilen zaferler ciddiyetle incelenmesi gereken bir konudur.     

Burada Amerika’lı yazar Studart’ın bir sözünü hâtırlıyalım. Stüdart “İslâm Âleminin Bugünkü Hâli” adlı kitabında diyor ki:

“İslâm’ın zuhûru, neredeyse insanlık tarihinde kaydolunan en büyük hâdisedir. İslâm, daha evvel şahsiyet bakımından zayıf olan bir millet ve değer bakımından kıymetsiz bir ülkede zuhûr etti. Daha yirmi otuz sene geçmeden, uçsuz-bucaksız geniş mülk ve saltanatları parçalayarak, asırlar ve nesiller boyu devam edegelen eski dinleri yıkarak, millet ve kavimlerin içindekilerini değiştirerek, sağlam bünyeli bir âlem (İslâm Âlemi) kurarak yeryüzünün yarısına yayıldı. İslâm’ın ilerleme ve yükselme sırrını ne kadar araştırıp incelersek o kadar hayranlığımız artıyor…”

ÖLDÜKTEN SONRA İYİLİKLE ANILMAK İÇİN YAPILACAK İŞLER 

İslâmiyet, ilme, ahlâka ve âileye en büyük kıymeti verip, câhilliği ve ahlâksızlığı reddeder. Herkesçe bilindiği üzere, insanların diğer varlıklardan imtiyâzlı ve üstün olmaları, kuvvetle, vücut iriliğiyle, çok yemekle, yiğitlikle değil, îmân, ilim, edep, ahlâk ve takvâ iledir.

“İlim rütbesi, rütbelerin en yükseğidir” hadîs-i şerîfi ilim rütbesinin durumunu çok güzel ifâde etmekdedir. YineHazret-i Ali Efendimize izâfe edilen “İnsanın şerefi ilim ve edebledir. Mal ve neseble değildir” kelâm-ı kibârı, konuyu ne güzel özetlemektedir.

İslâm âlimleri ve atalarımız, asırlarca gecelerini gündüzlerine katarak çok kıymetli kitaplar yazmışlar ve bunları kütüphânelerde gözleri  gibi koruyup bizlere kadar ulaştırmışlardır. Bizlere düşen, bunları okuyup istifâde etmek ve gereğini yapmaktır.

İnsanın öldükten sonra iyilikle anılması için; câmi-mescid, mektep-medrese, hastahâne, aşhâne, çeşme, yol, köprü gibi topluma faydalı bir eser veya faydalı bir ilim [faydalı bir kitap yazma, yetişmiş talebe bırakma gibi] yahut hayırlı evlât bırakması gerekir. (Bu konuda bir hadîs-i şerîf de vardır.) Her şey bitip unutulduğu hâlde, bunlar unutulmaz ve ölen insanın hayırlı işinin devâmını te’mîn eder.

Burada netîce olarak ifâde edelim ki, âile, ne kadar sağlam olursa, toplum o derece güçlü temeller üzerine kurulmuş olur. Şu bir gerçektir ki, bir milleti yıkmak isteyen iç ve dış düşmânlar da, ilk tahrîbâtlarına âileden başlamaktadırlar.

Gerek erkek, gerek kadın, ahlâkî değerlere ne kadar sâhip çıkarlarsa, âile müessesesine ne kadar önem verirlerse ve bunu yaşatmaya çalışırlarsa, fuhuştan, zinâdan, bütün gayr-i meşrû ilişkilerden ne kadar uzak dururlarsa, o kadar sağlam bir âile yapısı kurulur ve cemiyet de o derece sağlam olur. Tabîî ki millet de son derece sağlam olur; bu milletin teşkîl ettiği devlet de o derece uzun ömürlü olur.