Cumartesi, Kasım 16, 2024
Gazete Makaleleri

Hazret-İ Peygamber’in Açıklamalarına Olan İhtiyaç

İki haftadan beri işlemekte olduğumuz konuyu bu hafta bitirmek istiyoruz. Geçen haftaki makalemizin sonunda, Kur’an kendisine indirilen, Allah ile kulları arasında elçi olarak görevlendirilen Hazret-i Peygamber, ayetleri açıklamayacak olsaydı, Allah’ın ayetlerinden murad-ı ilahinin ne olduğu tam anlaşılamazdı demiştik.

            Çünkü Kur’an-ı kerimde “Namaz kılınız ve zekat veriniz…” (Bakara suresi: 43, Nur suresi: 56) ayetiyle namaz kılma ve zekat verme emredilmiş, diğer ayetlerde bunların tafsilatından ancak bir kısmı beyan edilmiştir. Bunların bütün tafsilatını Hazret-i Peygamber, kavli sünnetleriyle açıklamış, fiili sünnetleriyle de ameli olarak tatbik etmiş ve “Benim namaz kıldığımı gördüğünüz şekilde namaz kılınız” buyurmuştur.

            Yine bir misal olarak ifade edelim ki, Bakara suresinin 183. ayetinde orucun farz kılındığı belirtilmiş, burada ve oruçla ilgili diğer ayetlerde, oruçlu iken unutarak yiyip içmenin hükmü zikredilmemiştir. Resulullah’a (sallallahü aleyhi ve sellem) bir kişi gelip “Ya Resulallah! Oruçlu iken unutarak yedim” dediğinde, O, Ahzab suresinin 5. ayetinden istinbat ederek o kişinin orucunun sahih, unutma ve hatanın da affedilmiş olduğunu beyan etmiştir.

            Haccın farz kılındığına dair Al-i İmran suresinin 97. ayetinde ve konuyla alakalı diğer ayetlerde, hacla ilgili bütün tafsilat bulunmadığı için Hazret-i Peygamber: “Hac menasikinizi benden alınız” buyurmuştur.

            Şu halde namaz, oruç, zekat, hac gibi ibadetlerin şartları, rükünleri, vacibleri, sünnetleri, müstehabları ve adabını mufassalan Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) beyan buyurmuş, ayrıca ameli olarak tatbik etmiştir.

            Demek oluyor ki, geçen haftaki makalemizde naklettiğimiz Maide suresinin 67 ve Nahl suresinin 44. ayetlerinde kasdolunan, Kur’an lafızlarının mücerred olarak, sadece tebliği değil, hem tebliği, hem de beyanıdır. Beyan ise tebliğ, izah, şerh ve izhar demektir.

            “Hiç şüphe yok ki Kur’an’ı biz indirdik, muhakkak ki onu tahrif ile tebdilden (değişikliğe uğramaktan) biz koruyacağız” (Hicr suresi: 9) buyuran yüce Allah, Kitabı korumayı tekeffül buyurmuştur. Bu kefil olma, Resulullah’ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ona dair beyanını da korumayı iktiza eder.

            Nitekim Babanzade Ahmed Naim de bu mevzuda şunu kaydetmiştir: “Hicr suresinin 9. ayet-i kerimesinin mutazammın olduğu va’d-i sadık-ı ilahi, Kur’an’ın elfazı gibi ma’nalarını da hıfzetmeyi tekeffül eder. Ehadis-i Nebeviyye de, Nahl suresinin 44. Ayet-i kerimesinin delaletiyle ma’ani-i Kur’aniyye cümlesindendir.”   

Şunu, altını çizerek belirtelim ki: İslam hukukunda ilk kaynak olan Kur’an-ı kerim’in ilk müfessiri Hazret-i Peygamber, Kur’an’ın ilk tefsiri de O’nun sünneti olduğu için, Kur’an’ı doğru anlayabilmek, İslam Hukuku hakkında sağlam bilgi elde edebilmek için “Sünnet“in bilinmesinin önemi açıktır. Edille-i Şer’iyye’nin ikincisini teşkil eden “Sünnet”e ittiba’ın lüzumu, “Sünnet“in İslam teşriindeki yeri ve önemi de ortadadır.

            Bundan birkaç sene evvel, M. Ü. İlahiyat Fakültesi.Hadis Ana Bilim Dalının da yardımlarıyla İSAV (İslami Araştırmalar Vakfı)’nın tertiplediği “Sünnetin Dindeki Yeri” konulu beynelmilel (uluslararası) bir sempozyumda, dünyadan ve özellikle İslam aleminden gelen bilim adamları, muhtelif tebliğleriyle, sünnetin lüzumu ve ehemmiyeti konusunu, günümüz insanının anlayacağı ifadelerle dile getirmişlerdir.

Yine 1998 yılında Yeni Mesaj Gazetesi’nin tertiplediği Milli ve Dini Bütünlük Kurultayı’nda, İslam’ın doğru olarak yaşanıp anlaşılmasında Kur’an-Sünnet münasebetinin lüzumu vurgulanmıştır.        Bunlara temas ettikten sonra belirtelim ki,    İmran İbnü’l-Husayn (r.a.), yanında arkadaşları olduğu halde oturuyordu. Cemaatten biri, bize Kur’an’dan başka birşey tahdis etmeyiniz dedi. O, ona yaklaş  dedi; o da yaklaştı. Ona, sen ve arkadaşların Kur’an’ı arasanız, onda öğle namazını(n farzının) 4 rek’at, ikindiyi 4 rek’at, akşamı 3 rek’at olarak ve ilk iki rek’atta ne kıraat edeceğinizi bulabilir misiniz? Sen ve arkadaşların, Kur’an’da Ka’be’yi tavafın 7 şavt olduğunu, Safa ve Merve arasındaki sa’yin 7 defa olduğunu bulabilecek misiniz? sözlerini söyledi. Sonra şunları ilave etti: Ey cemaat, bizden (ilmi) alınız (öğreniniz). Çünkü siz, eğer böyle yapmazsanız, vallahi dalalete düşersiniz.

Hassan ibn Atıyye, Cebrail, Hazret-i Peygamber’e (sallallahü aleyhi ve sellem) Kur’an’ı ve onu tefsir eden sünneti indiriyordu, demiş, bundan başka diğer bir yerde şunu ifade etmiştir: “Cebrail aleyhisselam, Resulullah’a (s.a.v) Kur’an’ı indirdiği gibi sünneti indiriyor, Kur’an’ı ona öğrettiği gibi sünneti de öğretiyordu”.

            Eyyup es-Sahtiyani’nin: “Adama sünneti tahdis ettiğimizde bunu bırak, bize Kur’an’dan anlat der, bil ki o hem dâll (sapık), hem de mudıldir (saptırandır)” dediği, Abdurrahman ibn Mehdi’nin ise şu sözleri söylediği rivayet edilmiştir: “Adam hadise, yemeye içmeye olan ihtiyacından daha fazla muhtactır. Hadis Kur’an’ın tefsiridir”.

            İmam el-Evzai de: Allahü teala: “Peygamber size ne verdi ise, onu alın (emirlerini tutun). Size neyi yasak ettiyse onu da almayın (yapma dediğini yapmayın).” (Haşr suresi: 7) ve yine “Kim Peygambere itaat ederse, muhakkak ki Allah’a itaat etmiş olur…” (Nisa suresi: 80) buyurmuştur. Peygamberi, Kur’an’ı tefsir etmeye davet ediyor demiştir.

            Kur’an’ı Kerim’in indiği zaman ve muhit içerisinde bulunmalarına ve lisanın ehli olmalarına rağmen Sahabe-i kiram, anlaşılması veya hüküm çıkarması müşkil olan her hususta, Kur’an kendisine inen ve onu tebliğ ve beyan etmekle me’mur ve mükellef olan ve dili bilenlerin de en fasihi olan Hazret-i Peygamber’e soruyorlar, ortaya çıkan hadiseler hakkında O’ndan fetva istiyorlar, O da onların müşkillerini hallediyor, bilmediklerini kendilerine öğretiyordu. Zaten Yüce Allah “…Eğer bilmiyorsanız, zikir(ilim) ehline sorunuz…” (Nahl suresi: 43) buyurmuştur. Bu, gayet tabii bir hal idi. Zira herhangi bir hadise hakkında bir hüküm indiği zaman Kur’an’daki bu ayet, o hadisenin aynı veya benzeri yahut zahirde az farklı başka bir hadiseye de tatbik olunur mu, olunmaz mı? mes’elesinde ortaya çıkan durum hakkında Sahabe-i kiram, kendine vahiy inen zat olan Hazret-i Peygamber’e müracaat ediyorlar, o da suallerini cevaplandırıyor, tereddüde düştükleri hususları beyan ediyordu. Bunları duyanlar da başkalarına nakledip öğretiyorlardı.        

Bu konuda daha pekçok şey söylemek ve yazmak mümkündür. Biz, her ne kadar sizlere özet bilgi takdim etmeye çalışmış olsak da makalemizin normal hacmini de aşmış bulunuyoruz.

            Netice olarak ifade edelim ki. İslamiyeti doğru olarak anlamak ve yaşamak için Edille-i Şer’iyyenin dördüne de ihtiyaç vardır. Hele dinin ikinci temel kaynağı olan “Sünnet“ten müstağni kalmak mümkün değildir. Herhalde ilmî ve dinî konularda, bu sahanın mütehassısları olan İslam alimlerinin eserlerine muhtaç olduğumuz, insaf sahibi herkesin kabul edeceği bir husustur.