“Hazret-İ Peygamberi Anma Ve Peygamberlere Saygı Haftası” Münâsebetiyle – 1
Bilindiği gibi, “Diyânet İşleri Başkanlığı” ile “Türkiye Diyânet Vakfı”, takrîben çeyrek asırdan beri, Nisan ayında “Kutlu Doğum Haftası” münâsebetiyle, müştereken çeşitli faâliyetlerde bulunmaktadırlar.
Bu sene, bu faâliyetler, 09-20 Nisan 2006 tarihleri arasında yapılacaktır. Haftanın adı da, bu seneye mahsûs olmak üzere, “Hz. Peygamberi Anma ve Peygamberlere Saygı Haftası” olarak tesbît edilmiştir.
Bu bakımdan biz, geçen hafta yazmaya başladığımız “Hulefâ-i Râşidîn” konusuna biraz ara verip 3 hafta Peygamberler ve özellikle Sevgili Peygamberimizden bahsetmek istiyoruz. Ondan sonra inşâallah kaldığımız yerden konumuza devâm ederiz.
Şüphesiz ki Allahü teâlâ, yarattığı şu mükemmel âlemle, kendi varlığını belli ettiği gibi, kullarına çok acıdığı için, var olduğunu ayrıca “Peygamber”leri vâsıtasıyla da bildirmiştir.
Muhakkak ki Cenâb-ı Hakk’ın kullarına olan ni’metlerinin en büyüğü, “Peygamber”ler ve “Kitap”lar göndererek onlara sırât-ı müstakîmi, doğru yolu, Cennet yolunu göstermesidir.
Cenâb-ı Hakk’a sonsuz hamd ü senâlar olsun ki, Peygamberleri vasıtasıyla, beşeriyete saâdet yollarını göstermiş, iyi-kötü, güzel-çirkin her şeyi onlara öğretmiştir. Yüce Allah, insanlara, kendileri için en doğru olan yaşayış tarzını bildirmiştir.
Allahü teâlâ, dünyâya gönderdiği ilk insan ve ilk Peygamber olan Âdem aleyhisselâmdan itibâren, Sevgili Peygamberimize gelinceye kadar bütün “Peygamber”leri vâsıtasıyla, kullarına, dünyâ ve âhirette râhat etmeleri, huzûr içerisinde, iyi bir şekilde yaşamaları için, emir ve yasaklarını, yanî ne yapmaları ve nelerden sakınmaları lâzım olduğunu, beğendiği ve beğenmediği bütün işleri bildirmiştir.
Allahü teâlâ, kullarının îmân etmelerini, ibâdet yapmalarını, güzel ahlâka sâhip olmalarını, kendi aralarında kardeşçe yaşamalarını, sevişmelerini, birbirlerine yardımcı olmalarını istemiş ve emretmiştir.
İnsanlar, Allah’ın Peygamberlerine tâbi olup, emir ve yasaklarına uydukları müddetçe, huzûrlu ve râhat bir hayât yaşamışlar, birbirlerini sevip-saymışlardır. Emirlere ve yasaklara uymadıklarında ise, huzûrsuz olmuşlar, râhatları bozulmuş; ahlâksızlık, zulüm ve haksızlık bütün cemiyeti sarmıştır.
Bugün insanlığın çok bunaldığı, çözmekte sıkıntıya düştüğü her şeyin çözüm ve çâresi, aslında bizim yüksek kültür ve medeniyetimizde, özellikle mukaddes dînimiz İslâmiyette vardır. Bugün çok perişan hâlde olan insanlığın kurtuluşu için, bizim bu yüksek kültür ve medeniyetimizden istifâde edilmelidir.
Meselâ günümüzde bütün dünyanın başını ağrıtan anarşi ve terör konusunda da şunu söyliyebiliriz:
Dünyâya gönderilen ilk insan ve aynı zamanda ilk Peygamber olan Hz. Âdem’den son Peygamber Muhammed aleyhisselâm’a gelinceye kadar gelmiş-geçmiş bulunan 6 “Ülü’l-azm Peygamber”, 313 “Resûl” ve 124.000’den ziyâde “Nebî”nin getirdiği ahkâm-ı dîniyyede dînin, nefsin(cânın), aklın, neslin[ırzın, nâmûsun], mâlın ve benzeri değerlerin korunması öngörülmüştür. Allahü teâlâ ve Peygamberleri, emir ve yasaklarında, bunları koruma altına almışlardır.
Halbuki bugün bütün dünyâda bunların masûniyeti ihlâl edilmekte, bu sayılanlar da dâhil olmak üzere, bütün insan hakları ciddî bir şekilde halel-dâr olmaktadır.
Mukaddes dînimizde adam öldürmek, yaralamak, malını almak, çalmak şöyle dursun, kalp kırmak bile büyük günâhlardandır.
Onun için Yunus Emre’miz:
“Eğer bir gönül yıktınsa bu kıldığın namaz değil;
Yetmişiki millet dahî elin yüzün yumaz değil “ demektedir.
Kezâ bir müslimin veya zimmî bir gayr-i müslimin gıybetini yapmak harâmdır. İftirâ atmak ise daha büyük günâhtır.
İnsanlığın doğru yolu bulması, ahlâken yükselmesi, bütün beşeriyetin dünyâda ve âhirette huzûra kavuşmaları için, son Peygamber olarak Muhammed aleyhisselâm gönderilmiştir. “Gerçekten sen, büyük bir ahlâk üzeresin” (Kalem, 4) âyetinde, Allah’ın iltifâtına mazhar olan Sevgili Peygamberimiz, Kur’ân’dan ibâret olan güzel ahlâkını, hem hayâtında sergilediği tatbîkâtıyla, hem de güzel emir ve tavsiyeleriyle ümmetine teblîğ etmiştir.
Zâten güzel ahlâk, İlâhî vahye dayanan dînden neş’et eder. Ancak dîne dayanan ahlâk müessesesi insanların rûhlarını tatmîn eder, huzûra kavuşturur ve maddî-manevî yükselmelerini sağlar. Dolayısıyla Allah’ın ve Resûlünün bize öğrettikleri edep ve ahlâk, değişmeyen en güzel ve en doğru ahlâktır.
Filozofların bir kısmı, ahlâkı hazza, zevke, nefse, maddî bir menfaate dayandırmak istemişlerdir. Halbuki bunların hiç biri, ahlâk için kâfî bir dayanak ve insana huzûr kaynağı olamamıştır.
“O’nun şahsında, Allah’ı ve Âhiret gününü umanlar ve Allah’ı çokça hatırlayanlar için güzel edeb ve ahlâk nümûneleri vardır ” (Ahzâb, 21) âyet-i kerîmesi, Muhammed aleyhisselâmın “üsve-i hasene” [nümûne-i imtisâl = en güzel örnek] olduğunu ne güzel ifâde etmektedir?
Sevgili Peygamberimiz Hazret-i Muhammed aleyhisselâm da, “İyi huyları tamamlamak, yerleştirmek için gönderildim” buyurmuştur.