En Büyük Nimet, Son Peygamberi Tanımakla Şereflenmektir
Allahü teâlâ, bir insanda bulunabilecek, görünür-görünmez bütün iyilikleri, bütün üstünlükleri, bütün güzellikleri, habîbi, mahbûbu, sevgilisi ya’nî en çok sevdiği zât olan son Peygamberi Muhammed (aleyhisselâm)da toplamıştır.
Meselâ, aklı o kadar çoktu ki, Arabistân yarımadasında, sert, inâtçı insanlar arasında gelip, onları çok güzel idâre ederek ve cefâlarına sabrederek, yumuşaklığa ve itâate getirdi. Çoğu dînlerini bırakıp müslümân oldular ve dîn-i İslâm yolunda kimisi babasına, kimisi de oğullarına karşı harbettiler. O’nun uğrunda mallarını, yurtlarını fedâ edip kanlarını akıttılar.
Güzel huyu, yumuşaklığı, affı, sabrı, ihsânı, ikrâmı, o kadar çoktu ki, herkesi hayrân bırakırdı. Hiçbir hareketinde, hiçbir işinde, hiçbir sözünde, hiçbir zaman, hiçbir çirkinlik, hiçbir kusûr görülmemiştir. Kendisi için kimseye gücenmediği hâlde, din düşmânlarına, dîne dil ve el uzatanlara karşı sert ve şiddetli idi. Herkese karşı yumuşak olmasaydı, Peygamberlik heybetinden, büyüklük hâllerinden, kimse yanında oturmaya ve sözünü dinlemeye tâkat getiremezdi.
O, insanların en güzel yüzlüsü ve gâyet nûrânî benizlisi idi. Mübârek yüzü, kırmızı ile karışık beyâz olup ay gibi nûrlanırdı, parlardı. Sözleri gâyet tatlı olup gönülleri alır, rûhları cezbederdi.
RESÛLULLAH EFENDİMİZİN GÜNÜMÜZ İNSANLARININ DİKKATİNİ ÇEKMESİ
Resûlullah Efendimiz, târihte olduğu gibi günümüzde de bütün dünyâ milletlerinin, ilim adamlarının, devlet, siyâset ve fikir adamlarının, ediplerin, târihçi ve askerî şahsiyetlerin alâkasını çekmekte, bunların herbiri O’nu biraz inceledikten sonra hayrânlık ve şaşkınlıklarını, dile getirmektedirler.
Müslümân olmayanlar, Habîb-i Ekrem Efendimizin sâdece idâreciliği, dehâsı, askerî, sosyal ve diğer taraflarını görmekte, yalnız bunlara bakarak O’nu tanımaya çalışmaktadırlar. Gördükleri fevkalâde ve hiçbir insanda görülmemiş üstünlükler ve muvaffakıyetler karşısında acze düşmekle berâber, O’na Peygamber gözüyle bakmadıkları için, O’nu tanımaktan ve anlamaktan çok uzak kalmaktadırlar.
Müslümânlar da, Peygamber Efendimizin güzellik ve üstünlüklerini ilimleri, ihlâsları ve O’na olan muhabbetleri kadar derece derece görmekte ve anlayabilmektediler. Bunlardan zâhir âlimleri O’nun zâhirî vasıflarını, bâtın âlimleri de bâtınî güzelliklerini görebildikleri kadar dile getirmişlerdir.
Ulemâ-i râsihîn denilen hem zâhir, hem de bâtın bilgilerinde üstâd ve Peygamber Efendimize vâris olan yüksek İslâm âlimleri ise, O’nu bütün güzellikleriyle görmüş ve âşık olmuşlardır.
ALLAH RESÛLÜNÜ SEVMENİN VÜCÛBU
Şüphe yoktur ki, Allahü tealâ’yı sevenin, O’nun Resûlü’nü de sevmesi vâciptir, farzdır. Ayrıca onun yolunda olan sâlih kulları da sevmesi lâzımdır. Resûlullah’ı çok sevmek lâzım olduğu konusunda, pekçok İslâm âlimi birçok kitap yazmıştır.
Her mü’minin Resûlullahı çok sevmesi gerekir. Onu çok seven, onu çok zikreder, anar, çok över. [Bu da zâten îmânının gereğidir. Çok sevmek, kâmil mü’min olmanın da alâmetidir.] Çünkü, başta “Sahîh-i Buhârî” olmak üzere, birçok hadis kitabında yer alan bir hadîs-i şerîfte, “Bir kimse, beni çocuğundan, babasından ve herkesden dahâ çok sevmedikçe, îmân etmiş olmaz” buyuruldu. Ya’nî o kişinin îmânı kâmil, olgun olmaz.
Hadîs-i şerîfin diğer rivayetleri de şöyledir: “Bir kimse, beni kendi nefsinden, ehlinden ve bütün insanlardan dahâ çok sevmedikce, îmân etmiş olmaz”, “Beni ana-babasından, evlâdından ve herkesten daha çok sevmeyen, [kâmil] mü’min olamaz.”