Cumartesi, Kasım 16, 2024
Gazete Makaleleri

Ebedi Saadete Kavuşmanın Yolu

Bilindiği gibi, Allahü teâlâ, dünyaya gönderdiği ilk insan ve aynı zamanda ilk Peygamber kıldığı Hazret-i Âdem aleyhi’s-selâm’dan beri, insanları ebedî saâdete kavuşturmak için pekçok peygamber lutfetmiştir. Bunların 6’sı “ülü’l-azim” Peygamber, 313’ü “resul”, 124.000’den ziyadesi de “nebi”dir. Bunların bir kısmına kitaplar da vermiştir. Peygamberlerin hepsi, insanları fevz u necata yani dünyada ve ahirette kurtuluşa dâvet etmiş, sırat-ı müstakimi, doğru olan yolu, kendilerine çektirilen bütün sıkıntı ve eziyetlere rağmen bıkmadan, usanmadan ve yılmadan anlatmışlardır. Daha sonraki asırlarda da, Peygamberlere tam tâbi olan, Allahü teâlânın sevgisi ile dolu, mânevî sırlar sâhibi “alim” ve “velî” zâtlar bulunmuş ve bunlar da insanların din ve dünyâ saâdetine ulaşmaları için ellerinden gelen gayreti  göstermişlerdir.

Bir terim olarak “Velî”; Cenab-ı Hakk’ın rızâsını kazanmış, sevdiğini Allah için seven ve her işi O’nun rızâsı için yapan, her an Allahü teâlâ ile bulunan, gafletten uzak kimse demektir. “Evliyâ” tabiri ise bu kelimenin çokluk şeklidir. Yâni evliyâ “velîler” demektir.

Bir başka tarifle bütün sözleri, işleri ve ahlâkı, İslâm dîninin bildirdiği gibi olan, Allahü teâlânın ve Resûlünün çok sevdiği kimselere velî” ve bunun çoğulu olarak evliyâ” denir. Kur’ân-ı Kerîm’de meâlen: “Biliniz ki, Allahü teâlâ’nın evliyâsı için azâb korkusu yoktur. Nîmetlere kavuşmamak üzüntüsü de yoktur” (Yûnus sûresi: 62) buyurulmuştur.

Büyük muhaddis Ebû Nuaym el-İsfehânî’nin Hilyetü’l-Evliyâ kitabında zikredilen bir hadîs-i şerîfte: “Evliyâ görülünce, Allahü teâlâ hatırlanır” buyurulmuştur. Sahîh-i Buhârî‘de geçen bir hadîs-i kudsîde ise; “Evliyâmdan birine düşmanlık eden, benimle harb etmiş olur…” buyurulmaktadır.

Yahyâ bin Muâz, “Evliyânın sohbetine kavuşan, şeytanın elinden kurtulur, her an Allahü teâlâ ile berâber olur” demiş, İmam Gazalî de, mahşerde, önce Peygamberlerin (aleyhimü’s-selâm), sonra evliyâ-yı kirâmın (kuddise sirruhum), Allahü teâlânın izni ile, günâhı çok olan müminlere şefâat edeceklerini bildirmiştir. İmâm Kuşeyrî ise, Allahü teâlâ’nın evliyâsının, büyük günâh işlemekten mahfûz (korunmuş) olduklarını da belirtmiştir.

İslâmiyetin başlangıcından yakın zamâna gelinceye kadar, çeşitli asırlarda ve değişik coğrafî bölgelerde, bilhassa bugünkü Anadolu topraklarında yaşayan ilim, irfân, ahlâk ve fazîlet sâhibi âlim ve velîler ondört-onbeş asırdır müslümanlara rehberlik etmiş, onlara doğruları öğretmiş, kendileri de eksiksiz İslâmî birer hayat yaşamışlardır.  Şüphesiz ki iyi insanların hayatları öğrenildikçe, iyilerin adedi artacaktır. Geçmişini, büyüklerini tanıyamayan çocuklar, gençler ve yaşları ilerlemiş insanlar, büyüklüklere tâlip olamazlar. İnsanların çeşitli buhrânlara, bunalımlara, rûhî sıkıntılara maruz kaldıkları asrımızda, büyük insanların yaşayış tarzları, tavsiye ve nasîhatları, hâl ve hareketleri ile kerâmetlerinin bilinmesi, hem rahatlamaya ve ferahlamaya, hem zevk ve ibret almaya, hem de intibâha, uyanmaya ve istifadeye sebep olacaktır.

Şüphe yok ki, Peygamberlerden sonra en üstün, en yüksek, en faziletli insanlar Sahabe-i Güzin hazretleridir. Sevgili Peygamberimiz, 3 nesli yani Eshab-ı Kiram, Tabiin ve Tebe-i Tabiin’i birçok hadis-i şeriflerinde medhetmişlerdir.

Fas’tan Hindistan’a; Macaristan ve Balkanlar’dan Orta Asya ve Çin’e; Kırım ve Kazan’dan Afrika’ya ve Yemen’e kadar “Evliya”  grubuna giren pek çok İslâm büyüğü gelip geçmiştir. Anadolu’da da bunlardan bol miktarda yaşayanlar olmuştur. Bütün bu Allah Dostları, aynı kaynaktan fışkıran nûrları, olduğu gibi gösteren aynalardır. Hangisine baksak hepsinde aynı nuru görürüz.

İnsanlara doğru yolu göstermeleri, hâl ve hareketleri ile örnek olmaları evliyânın belli başlı vasıflarındandır. Ayrıca, Allahü teâlânın rızâsı için insanların dertleri ile dertlenmeleri ve fedâkârlıkları onların şânındandır. Onlar, Peygamberlerden sonra seçilenler sınıfındandır. Bir rehber elinde yetişerek silsile yoluyla Peygamber efendimize kadar gitmeleri, onların ortak yanıdır; bu durum, bunlar nerede ve hangi memlekette yetişirlerse yetişsinler, onları tek bir kaynağa bağlamıştır. Bu veliler, Allah dostları zamanla çeşitli kollara ayrılmışlar, Kâdirî, Nakşî, Bayramî, Gülşenî, Yesevî, Mevlevî vs. gibi isimlerle anılmış veya bu yollardan birinde akıp gelmişlerdir.

Dünya sultanları, pâdişâhlar doğruyu onlarla bulmaya çalışmışlar, mânevî sultanların onlar olduklarını görmüşler, onların nasîhatleri ile devlete, millete ve insanlığa faydalı olmaya çalışmışlardır. Târih boyunca insanlığa  huzurlu devirler yaşatmış olan Emevîler, Abbâsîler, Selçuklular, Gazneliler, Bâbürlüler, Osmanlılar ve daha birçok İslâm devletlerinin sultanları hep bu büyüklerin rehberliğinde hizmete devâm etmişler, yeri gelince atlarının arkalarından gitmişler, bâzan onlarla berâber savaşlara katılmışlardır. Onlar, duâ ordularının kumandanları ve dertlerin mânevî tabibleridir. Onların hayatları, sözleri ve nasihatları  okunur ve onlarla amel edilirse, bu binlerce velînin mânevî sohbetine kavuşulmuş olur. Onların güzel ahlâkları, söz ve menkıbeleri ile huzur bulunur. 

İslâm dünyâsında eskiden beri, başta Sevgili Peygamberimiz ve Eshâb-ı Kiramı olmak üzere bütün velîlerin kabirleri ziyâret edilmiş, rûhâniyetlerinden istifâde edilmiş, herkes onları vesîle ederek, Allahü teâlâya yalvarmış, duâlarının kabûlü için niyâzda bulunmuştur.

Makalemizin sonunda ifade edelim ki Evliyâ-yı kirâm, Allahü teâlâ’nın ve Peygamber’inin (aleyhi’s-selâm) emir ve yasaklarını öğreterek, insanların dünyâ ve âhiret saâdetine kavuşmaları için uğraşmışlardır.