Dünyâ ve Âhırette Mes’ûd Olmanın Yolu
Hazret-i Adem’den itibâren gelmiş-geçmiş bulunan 6 “Ülü’l-azim” peygamber, 313 “Resûl”, 124 binden ziyâde “Nebî”nin eğitimdeki hedefleri aynıdır. 100’ü suhuf, 4’ü büyük kitap olmak üzere, bu peygamberlerden bazılarına gönderilen 104 kitaptaki hedef de, altını çizerek ifâde edelim ki, insanların dünyâda huzûr ve sükûn içerisinde yaşamaları, âhirette de ebedi saâdete kavuşmalarıdır.
Peygamberler tarihini incelediğimizde, aslında hepsinin gayelerinin, yüksek ahlâklı iyi insanlar, âileler ve cemiyetler meydana getirmek olduğunu görüyoruz. Zâten bizim dînimizde, târihimizde, kültür ve medeniyetimizde eğitimden maksat da “iyi insan”, orijinal ismiyle söylemek gerekirse “insân-ı kâmil” meydâna getirmektir.
Burada, hemen, büyük İslâm âlimi İmâm Gazâlî’nin bir sözünü hatırlıyoruz. Buyuruyor ki: “İnsanlar üç gruptur. Birinci grup gıdâ gibidir, herkese her zaman lâzımdır. İkinci grup devâ (ilaç) gibidir, bazı insanlara bazen lâzım olur. Üçüncü grup ise illet (maraz, dert, hastalık) gibidir, herkes ondan kaçar, ama o, insanlara bulaşır.”
Herkesçe bilindiği gibi, Bütün peygamberler ve onların vârisleri olan İslâm âlimleri ve evliyâ-yı kirâm, hep gıdâ gibi, bütün insanlara lâzım olan fertler, âileler ve cemiyetler teşkil etmek için uğraşmışlardır.
Son peygamber olan Hazret-i Muhammed’in (sallallahü aleyhi ve sellem), 150 bin mübârek insan, güzîde sahâbe, “hayırlı ümmet” meydâna getirmesi, onların da 50 sene gibi çok kısa zaman zarfında gâyet mahdût imkânlarla Endülüs’ten Çin’e kadar olan geniş coğrafî bölgeleri fethedip oralara ilim, irfân, ahlâk, fazîlet, adâlet, medeniyet, nûr ve hidâyet götürmeleri konusu ciddiyetle incelenmesi gereken bir konudur.
Allahü teâlâ, kullarının îmân etmelerini, ibâdet yapmalarını, güzel ahlâka sâhip olmalarını, kendi aralarında kardeşçe yaşamalarını, sevişmelerini, birbirlerine yardımcı olmalarını istemiş ve emretmiştir.
PEYGAMBERLERİN, İNSANLIĞA YAPTIKLARI BAZI HİZMETLER
Cenâb-ı Hak, dünyâya gönderdiği ilk insan ve ilk Peygamber olan Âdem aleyhisselâmdan itibâren, Sevgili Peygamberimize gelinceye kadar bütün “Peygamber”leri vâsıtasıyla, kullarına, dünyâ ve âhirette râhat etmeleri, huzûr içerisinde, iyi bir şekilde yaşamaları için, emir ve yasaklarını, yanî ne yapmaları ve nelerden sakınmaları lâzım olduğunu, beğendiği ve beğenmediği bütün işleri bildirmiştir.
Peygamberlerin insanlığa yaptıkları çok önemli hizmetler vardır. Bütün Ülü’l-azim Peygamberler, Resûller ve Nebîler (aleyhimüsselâm), insanlığı kendileri gibi birer mahlûk olan varlıklara tapınma karanlığından kurtararak, bütün varlıkların yaratanı ve hakîkî sâhibi olan Allahü teâlâya ibâdet etmenin şeref ve üstünlüğüne çağırmışlardır.
İnsanlar, Allah’ın Peygamberlerine tâbi olup, emir ve yasaklarına uydukları müddetçe, huzûrlu ve râhat bir hayât yaşamışlar, birbirlerini sevip-saymışlardır. Emirlere ve yasaklara uymadıklarında ise, huzûrsuz olmuşlar, râhatları bozulmuş; ahlâksızlık, zulüm ve haksızlık bütün cemiyeti sarmıştır.
Peygamberlerin hepsi, insanları fevz u necâta yani dünyâda ve âhirette kurtuluşa da’vet etmiş, sırât-ı müstakîmi, doğru olan yolu, bıkmadan, usanmadan ve yılmadan anlatmışlardır.
İnsanların, zaman zaman içine düştükleri birtakım vahîm yanlışlık ve bayağı işler, her zaman ve mekânda, Allahü teâlânın gönderdiği Peygamberler (aleyhimüsselâm) ve hak dînler vâsıtasıyla düzeltilmiş, îmân ve ibâdette hak olan Ma’bûd’a (Allah’a) yönelmeleri emredilmiştir.
Bütün Peygamberlerin ve kitapların gönderilmesi, bunlarla sırât-ı müstakîmin, doğru yolun, rızâ-i İlâhî’ye ve Cennet’e götüren yolun gösterilmiş olması, şüphesiz ki, yüce Allah’ın, kullarına olan ni’metlerinin en büyüğüdür.
“MES’ÛD” VE “BAHTİYÂR” OLMAK
Dünyâdaki bütün insanlar “mes’ûd” ve “bahtiyâr” yanî mutlu olmak isterler. Fakat mesut olan pek azdır; çünkü saâdetin ne olduğunu bilen azdır. Şimdi saâdet denilince, yalnız dünyâdaki râhatlık hâtıra geliyor. Halbuki asıl saâdet, ebedî olan âhiret saâdetidir. Âhiret saâdetine kavuşabilmek için de, Allahü teâlânın ve son Peygamberi’nin emirlerine uymak yegâne çâredir; bundan başka çâre yoktur.
“Saâdet”, sözlüklerde: “Mutluluk, bahtiyarlık; dünyâda ve âhirette mutluluk” şeklinde tarîf edilmektedir.
“Saâdet-i Ebediyye” de: “Sonsuz, ebedî mutluluk, bahtiyârlık” demektir. Büyük âlim İmâm-ı Mâverdî, “Saâdet-i ebediyyeye kavuşmak için müslümân olmak lâzımdır” derken, yine en büyük âlim ve velîlerden İmâm-ı Rabbânî, “Cehennem’den kurtulmak ve saâdet-i ebediyyeye kavuşmak, Peygamberlere (aleyhimüsselâm) tâbî olmaya bağlıdır” buyurmuştur.
“Saâdet” kelimesinden türeyen “saîd” kelimesi: “Allahü teâlânın, kendisinden râzı olduğu kimse, Cennetlik kişi” anlamına gelmektedir.
Seyyid Abdülhakîm Arvâsî’nin şu cümlesinde “saîd” mevzubahis edilmektedir:
“Şakîler dünyâya sarılır, saîdler, bâkî olana (ebedî, sonsuz olan âhirete) sarılır.”
Kur’ân-ı kerîmde meâlen buyuruldu ki: “Saîd olanlara gelince, onlar Cennet’tedirler.” (Hûd sûresi, 108)
Dâru’l-fünûn müderris(eski İstanbul Üniversitesi profesör)lerinden Seyyid Abdülhakîm Arvâsî: “İki cihân saâdetine kavuşmak, ancak ve yalnız dünyâ ve âhiretin efendisi olan Muhammed aleyhisselâma tâbi olmağa bağlıdır” demektedir.
Ca’fer-i Huldî ise, saâdetin anahtarını şöyle veriyor: “Sâlihlerle berâber olmak, sonsuz saâdetin anahtarıdır.”
Ebû Ali Cürcânî’nin zikrettiği saâdet alâmetleri de son derece önemlidir:
“Bir kulun, Allahü teâlânın beğendiği işleri kolayca yapabilmesi, sünnete göre hareket etmesi, sâlih kimseleri sevmesi, eş-dost ile güzel geçinmesi, Allah rızâsı için insanlara iyilik yapması, müslümanların işini görmesi ve vakitlerini Allahü teâlânın dînine hizmetle geçirmesi, saâdet alâmetlerindendir.”
“Din bilgileri, dünyâda ve âhirette huzûru, saâdeti kazandıran bilgilerdir”; “Bütün üstünlükler, faydalı şeyler İslâmiyet’in içindedir. Eski dinlerin, görünür, görünmez bütün iyiliklerini İslâmiyet kendinde toplamıştır. Bütün saâdetler, muvaffakiyetler (başarıların sırrı) ondadır. İslâmiyet, yanılmayan, şaşırmayan akılların kabûl edeceği esaslardan ve ahlâktan ibârettir” buyuran Seyyid Abdülhakîm-i Arvâsî de ne güzel söylemiştir.
Bir hadîs-i şerîfte, saâdetten şöyle bahsedilmektedir: “Eshâbım için, fakîr olmak saâdettir. Âhir zamanda gelecek olan ümmetim için, zengin olmak saâdettir.” (Râmûzü’l-Ehâdîs)
Allahü teâlânın, kullarına, râzı olduğu yolu göstermek için, çeşitli kavimlere, zaman zaman peygamberler gönderdiği, akl-ı selîm sâhibi herkes tarafından kabûl edilen çok açık bir husûstur.
İlk insan ve ilk Peygamber Hz. Âdem’den sonra da muhtelif asırlarda, çeşitli coğrafî bölgelere “Hz. Nûh”, “Hz. İbrâhîm”, “Hz. Mûsâ”, “Hz. Îsâ” ve “Hz. Muhammed” (aleyhimüs-selâm) gibi birçok “Peygamber” gönderilmiş, bazılarına “Kitap” ve “Suhuf” ta verilmiştir.
Muhammed aleyhisselâm, bütün insanlara ve cinnîlere son peygamber olarak gönderilmiştir. O, her zamanda, her memlekette yani dünyâ yaratıldığı günden kıyâmet kopuncaya kadar, gelmiş ve gelecek bütün varlıkların, her bakımdan en üstünüdür. Hiçbir kimse, hiçbir bakımdan, onun üstünde değildir.
Bilindiği gibi “Âmentü” esâslarından yani dinde inanılacak altı şeyden dördüncüsü, Allahü teâlânın Peygamberlerine inanmaktır. Peygamberler, insanları, Cenâb-ı Hakk’ın beğendiği yola kavuşturmak, doğru yolu göstermek için gönderilmişlerdir.
İslâmiyette “Peygamber” demek, yaratılışı, huyu, ilmi, aklı zamânında bulunan bütün insanlardan üstün, kıymetli, muhterem bir insan demektir. Hakîkatta meleklerden de üstündürler. Peygamberlik; çalışmakla, açlık, sıkıntı çekmekle ve çok ibâdet yapmakla ele geçmez. Yalnız Allahü teâlânın ihsânıyla, seçmesiyle olur. Peygamberlerin hiçbir kötü huyu, beğenilmeyecek hâlleri yoktur. Peygamberlerde “ismet” sıfatı vardır. Yâni peygamber olduğu bildirilmeden önce de, bildirildikten sonra da, küçük ve büyük hiçbir günâh işlemezler. Peygamber olduğu bildirildikten sonra, peygamber olduğu yayılıncaya, anlaşılıncaya kadar, körlük, sağırlık ve benzeri ayıp ve kusurları da olmaz.
Allahü teâlâ tarafından insanlar arasından seçilmiş ve görevlendirilmiş, her bakımdan güvenilen, kusursuz, günâhsız kimseler olan peygamberler, insanlara, dînin hükümlerini tebliğ eden, duyuran, öğreten elçiler, habercilerdir.
İnsanların dünyâdaki ve âhiretteki işlerinin düzgün ve faydalı olması ve onların yanlış, zararlı işlerden korunup, selâmet, hidâyet, râhat ve saâdete kavuşmaları için, peygamberlerle, din gönderilmiştir. Peygamberler vâsıtası ile gönderilen “Dîn”, insanları ebedi saâdete götürmek için Allahü teâlâ tarafından gösterilen yol demektir. Din ismi altında insanların uydurdukları eğri yollara din denmez, dinsizlik denir.
SAÂDETLERİN BAŞI MUHAMMED ALEYHİSSELÂMA TÂBİ’ VE TESLÎM OLMAKTIR
Bilindiği gibi, son peygamber olan Hz. Muhammed aleyhisselâmdan önceki bütün Peygamberler, belli zaman dilimlerine gönderilmişler, onların ahkâm-ı şer’iyyelerinin (dînlerinin) geçerlilik müddetleri belli zamanlarda dolmuş, bitmiş; getirdiği hükümler, kıyâmete kadar geçerli olan bir tek Hz. Muhammed aleyhisselâm kalmıştır.
“Peygamberlerin sonuncusu” olan Muhammed aleyhisselâmın dîni bütün dînleri nesh etmiş, ya’nî yürürlükten kaldırmıştır. O’nun kitâbı, geçmiş kitapların en iyisidir. O’nun getirdiği dîn olan “İslâm” da kıyâmete kadar bâkî kalacaktır; kimse tarafından değiştirilemiyecektir.
İslâm âlimlerinin buyurdukları gibi, saâdetlerin başı, Muhammed aleyhisselâmı tanımak, sevmek, O’na îmân etmek, tâbi’ ve teslîm olmaktır. İki cihân saâdetine kavuşmak, ancak ve yalnız, dünyâ ve âhıretin Efendisi olan Muhammed aleyhisselâma tâbi’ olmağa bağlıdır. Ona tâbi’ olmak demek, onun ta’rîf ettiği şekilde îmân etmek ve onun getirdiği ahkâm-ı İslâmiyyeyi öğrenmek ve yapmak demektir. [Şüphe yok ki, onun getirdiği ahkâm-ı İslâmiyyenin başında mukaddes kitâbımız Kur’ân-ı kerîm gelmektedir. Kur’ân-ı kerîm, ona verilen mu’cizelerin en büyüğüdür.]
Bugünkü konuşmamızın sonunda bir husûsu daha belirtmek istiyoruz: Bilindiği üzere, Allahü teâlâ, kullarına üç vazîfe vermiştir: Birincisi, kulların şahsî vazîfeleridir. Her müslümân, kendisini dînî-îmânî konularda, millî-ma’nevî husûslarda iyi yetiştirecek, ilim-irfân öğrenecek, ibâdetlerini yapacak, güzel ahlâk sâhibi, edebli, iyi huylu olacak, sıhhatli olacak, helâl lokma kazanmak için çalışacaktır.
Kulların ikinci vazîfeleri, âileleri içerisindeki vazîfeleridir. Yine her müslümân, âilesine, zevcesine, ana-babasına, çocuklarına, kardeşlerine ve diğer büyüklerine olan haklarını yerine getirecek, onlara karşı olan bütün görevlerini yapacaktır.
Kulların üçüncü vazîfeleri ise, cem’ıyyet içerisindeki vazîfeleridir. Komşularına, hocalarına, talebesine, emrinde olanlara, hükûmete ve devlete, bütün vatandaşlara, dîni ve milleti başka olanlara karşı vazîfeleridir. Kitaplarda, her müslümânın herkese iyilik etmesi, eli ve dili ile kimseyi incitmemesi, kimseye zarar vermemesi, hıyânet etmemesi, herkese fâideli olması, devletine, hükûmetine, kanûnlara karşı ısyân etmemesi, herkesin hakkını, vergilerini ödemesi tavsiye edilmektedir.