Depremin Manevî Yönleri
Dünkü makâlemizde de belirttiğimiz gibi, evvelâ, 17 Ağustos 1999 Salı günü sabâha karşı sâat 03.02’de milletçe geçirdiğimiz, medyada “asrın felâketi” diye isimlendirilen müthiş zelzeleden dolayı, bütün milletimize “geçmiş olsun” diyoruz.
Tekrâren, Allahü teâlâdan, zelzelede vefât eden kardeşlerimize rahmet ve mağfiret, yaralanan vatandaşlarımıza âcil şifâlar, yakınlarını ve mallarını kaybeden diğer insanlarımıza da sabırlar diliyoruz. Yüce Allah, bizlere, sevdiklerimize, asîl milletimize ve bütün müslümanlara, bir daha böyle acılar göstermesin.
Varlıklar, bilindiği üzere, Vâcibü’l-vücûd, mümkinü’l-vücûd ve mümteniu’l-vücûd olmak üzere üçe ayrılır. “Vâcibü’l-vücûd”, varlığı mutlakâ lâzım olan varlıktır ki, bu Allahü teâlâdır. “Mümteniu’l-vücûd”, varlığı muhâl, imkânsız olan varlık olup, Allahü teâlânın nazîri, misli, benzeri, zıddı, eşi olması gibi ki, bu imkânsızdır.
“Mümkinü’l-vücûd” ise, olması da olmaması da müsâvî olan varlıklardır. Bunlar kâinâtta bulunan, hayvânât (canlılar), nebâtât (bitkiler) ve cemâdât (cansızlar) diye anılan üç grup varlıktır.
Allahü teâlâ, dünya hayâtı, kabir hayâtı ve âhiret hayâtı olmak üzere üç türlü de hayât kılmıştır. Bunlardan dünyâ ve kabir hayâtları fânî, âhiret hayâtı ise, ebedîdir.
Böylece varlıkların kısımlarını arzettikten sonra, şimdi de bir nebze, insanların yaratılış gâyelerine temâs edelim:
Bilindiği gibi, yaratılanların en şereflisi olan insanoğlunun dünyâya gönderiliş gâyesi, Allah’ı bilip tanımak, O’na şükretmek ve kulluk yapmaktır.Kur’ân-ı kerîmde Zâriyât sûresinin 56. âyet-i kerîmesinde: “Ben, cinnîleri ve insanları ancak (beni bilsinler, tanısınlar ve) bana kulluk etsinler diye yarattım” buyurulmaktadır. Bu husus, büyük Türk müfessiri, muhaddisi ve mutasavvıfı İsmâîl Hakkı Bursevî’nin “Kenz-i Mahfi” isimli eserinde yazdığı bir hadîs-i kudsîde ise: “Ben gizli bir hazine idim; bilinmek istedim, bunun üzerine mahlûkâtı yarattım” şeklinde ifâde edilmektedir.
Nice hikmetlere mebnî Cennet’ten dünyâya gönderilen ilk insan ve ilk peygamber Hazret-i Âdem aleyhisselâmdan itibâren pekçok Peygamber gönderilmiştir. Bazı coğrafî bölgelere, bazı kavimlere, bazı zaman dilimlerine mahsûs, mevziî peygamberler gönderildiği gibi, âlem-şümûl, cihân-şümûl ya’ni evrensel Peygamber de gönderilmiştir.
Bu peygamberler, insanlara, Allahü teâlânın bütün emir ve yasaklarını, eksiksiz bir sûrette teblîğ etmişler, onlara yaratılış gâyelerini, insanlık, ahlâk, fazîlet, ilim, irfân, adâlet ve medeniyeti öğretmişlerdir. Asırlar boyunca peygamberlere inanan, tâbi ve teslîm olan insanlar, dünyâda huzûr ve sükûn içerisinde yaşamışlar, âhirette de ebedî saâdete kavuşacaklardır.
Hayât ve ölümün yaratılmasında da imtihân maksadı vardır.
Nitekim Mülk sûresinin 2. âyet-i kerîmesinde Allahü teâlâ: “Amelce hanginiz daha güzeldir diye sizi imtihân etmek için hem ölümü, hem de hayâtı yaratan O’dur. O, azîzdir (herşeye gâliptir), gafûrdur (çok bağışlayandır)” buyurmuştur.
Bakara sûresinin 155. âyet-i kerîmesinde de bu imtihân gâyesi şöyle açıklanır:
“(Ey mü’minler, itâatkârı âsî olandan ayırt etmek için) and olsun, sizi biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan, canlardan ve mahsûllerden yana eksiltme ile imtihân edeceğiz. (Ey habîbim), sabredenlere (lütûf ve ihsânlarımı) müjdele.”
Allahü teâlâ, Bakara sûresinin 152-153. âyetlerinde ise, şöyle buyurmaktadır:
“O halde siz, (bana itâat ve ibâdet ederek) beni anın ki, ben de sizi (mağfiretimle) anayım. Nimetlerime şükredin de nankörlük yaparak küfre varmayın (beni ve nimetlerimi inkâr etmeyin).”
Cenab-ı Hakk’ın, kullarına verdiği nimetleri o kadar çoktur ki, İbrâhîm sûresinin 34. âyetinde bu husus şöyle ifâde edilmektedir:
“Allah, istediğiniz şeylerin hepsinden size verdi. Eğer Allah’ın bunca nimetini teker teker saymaya kalkışsanız, onu kısım kısım bile sayamazsınız. Gerçekten insan çok zâlim, çok nankördür.”
Nahl sûresinin 18. âyeti de bu hususu teyîd etmektedir: “Halbuki Allah’ın nimetini teker teker saymaya kalkışsanız, icmâlen bile sayamazsınız, muhakkak ki, Allah gafûrdur, rahîmdir.”
İbrâhîm sûresinin 7. âyet-i kerîmesi de çok dikkat çekicidir:
“Düşünün ki, Rabbiniz şunu bildirdi: Andolsun, eğer şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım ve eğer nankörlük ederseniz, haberiniz olsun, gerçekten azâbım çok şiddetlidir.”
Nisâ sûresinin 147. âyet-i kerîmesinde ise, meâlen şöyle buyurulmuştur:
“Eğer siz, Allah’ın nimetlerine şükreder ve îmân ederseniz, Allah size niye azâb etsin? Allah, şükredenlerin mükâfâtını verici, yaptıklarını bilicidir.”
Tekâsür sûresinin 8. âyet-i kerîmesinde de, nimetlerin hesâbının sorulacağı şu şekilde açıklanmaktadır: “Sonra andolsun, o gün (kıyâmette) nimetin şükründen muhakkak sorulacaksınız.”
İnşâallah, bundan sonraki makalelerimizde de bu konuya devâm etmek istiyoruz.