Perşembe, Kasım 21, 2024
Makaleler

“Cömerdlik” ve “Îsâr”

Makâlemizin başlığında geçen iki terimden birincisi olan “Cömerdlik” sıfatı, kitaplarda şöyle ta’rîf edilmektedir: “Cömerdlik; kişiye, dînin, vicdânın ve mürüvvetin (insanlığın) vermeyi emrettiği yerlerde vermenin zor gelmemesi” demektir.

Bazı hadîs-i şerîflerde şöyle buyurulmuştur: “Cömerdlik, Cennet ağaçlarından bir ağaçtır. Dalları dünyâya uzanmıştır. Kim ondan bir dal tutarsa, o dal onu Cennet’e çeker.” “Cömerdin yemeği şifâ, cimrininki hastalıktır.”(Dârekutnî) “Cömertlik bütün ayıpları örter.” (İhyâu ulûmi’d-dîn)

Hindistân âlimlerinden Mevlânâ Muhammed Rebhâmî’nin “Rıyâdu’n-nâsıhîn” isimli eserinde kaydettiğine göre, “Peygamber Efendimiz, insanların en cömerdi idi. Bir şey istenip de, yok dediği görülmemiştir. İstenilen şey varsa verir, yoksa cevap vermezdi. O kadar ihsânları, iyilikleri vardı ki, Rûm imparatorları, Îrân şâhları o kadar ihsân yapamazlardı. Fakat kendisi sıkıntı içinde yaşamayı severdi…”

Evliyâullah’tan Yûsuf Sinânüddîn: “Cömerdlik, isrâf ile cimrilik arasında orta bir durumdur. Vücut uzuvlarıyla vermek kâfî değildir. Ayrıca kalbin de verme işinden râzî olması, buna karşı çıkmaması lâzımdır” demiştir.

Büyük âlim ve velî Bâyezîd-i Bistâmî ise, “Bir kimsenin Allahü teâlâya muhabbetinin (sevgisinin) gerçek olup olmadığının alâmeti, kendisinde deniz misâli cömerdlik, güneş misâli şefkat, toprak gibi tevâzu (alçak gönüllülük) olmasıdır”  buyurmuştur.

Kur’ân-ı kerîmde, müslümânların sadaka verirken de “isrâf” ile “taktîr” arasında orta yolda ya’nî i’tidâlli olmaları tavsıye buyurulmaktadır. Dînimiz, “Sadaka verirken isrâf etmeyin” buyuruyor. Sahâbe-i kirâmdan Sâbit bin Kays hazretleri, bir günde, 500 ağacın hurmalarını toplayıp hepsini sadaka vererek evi için hiç hurma bırakmadı. Muâz bin Cebel hazretlerinin de bir hurma ağacı vardı. Hurmalarını toplayıp hepsini sadaka verdi. Kendisine bir şey kalmadı. Ondan sonra “İsrâf etmeyin” âyet-i kerîmesi geldi.

İbn-i Mes’ûd hazretleri anlatır: “Bir çocuk, Resûlullah Efendimize gelerek, bazı lüzûmlu şeyleri saydı ve “Annem beni sana gönderip şunları istedi” dedi. Peygamberimiz, “Bugün, bende bunların hiç birisi yok” buyurdu. Bunun üzerine o çocuk, “O hâlde, gömleğini bana ver” dedi. O da, hemen mübârek gömleğini çıkarıp çocuğa verdi ve kendisi gömleksiz kaldı. Bu sebeple câmiye gidemedi. İşte o zaman, şu âyet-i celîle geldi: “Elini boynuna bağlayıp asma [cimrilik etme], büsbütün de açıp saçma. [İ’tidâlli ol, iktisâda riâyet et.Malını, kendine kalmayacak şekilde dağıtma!] Sonra kınanmış olur ve eli boş açıkta kalırsın.” [İsrâ, 29]

Hadîs-i şerîflerde buyuruluyor ki:

“Kendisi veya çoluk çocuğu muhtaç iken veya borcu var iken verilen sadaka kabûl olmaz. Borç ödemek, sadaka vermekten, köle âzât etmekten ve hediye vermekten daha önemlidir. Başkasının malını, sadaka vererek, yok olmasına sebep olmayın!” [Buhârî]

“Paranızla, önce kendi ihtiyaçlarınızı alın. Artarsa, çoluk çocuğunuzun ihtiyaçlarına sarf edin. Bundan da artarsa, akrabânıza yardım edin!” [Müslim]

Ebû Hüreyre (radıyallahü anh) şöyle anlatmıştır: Resûlullah Efendimize biri gelip, “bir altınım var, ne yapayım?” dedi. “Onunla, kendi ihtiyaçlarını al” buyurdu. “Bir altınım daha var” dedi. “Onunla da çoluk-çocuğuna lâzım olanları al” buyurdu. “Bir daha var” dedi. “Onu da, âilenin ihtiyaçlarına sarf et” buyurdu. “Bir altın daha var” dedi. “Hizmetçinin ihtiyaçlarına kullan” buyurdu. “Bir daha var” deyince, [bu bildirdiklerimi ölçü alarak] “Onu kullanacağın yeri sen daha iyi bilirsin” buyurdu. (Beğavî)

“ÎSÂR” SIFATI

Makâlemizin başlığında geçen iki terimden ikincisi olan “Îsâr” sıfatına gelince: “Başkasının ihtiyâcını kendi ihtiyâcından önce düşünmeye” “îsâr” denilir. Îsâr: “Kendisi muhtâc olduğu hâlde, elindeki bir malı, muhtâc olan diğer bir dîn kardeşine verip, yokluğa katlanmak”tır.

Hanefî Fıkıh âlimlerinden İbn-i Nüceym-i Mısrî: “İnsana lâzım olan şeylerde îsâr yapılır. Kurbet ve ibâdetlerde îsâr yapılmaz. Meselâ tahâretlenecek kadar suyu, setr-i avret edecek kadar örtüsü olan, bunları kendisi kullanır. Muhtâc olana vermez” demektedir.

Evliyânın büyüklerinden İmâm-ı Rabbânî (kuddise sirruh), “Kerem ve ihsân sâhiblerinin âdeti, îsâr etmektir. Resûlullah’ın Eshâbının hâli cömerdlikten de öte, îsâr idi” buyurmuştur.

Îsârın en güzel örneği, Peygamber Efendimizin mübârek sohbetinde yetişen Eshâb-ı kirâmda görülmüştür. Eshâb-ı kirâmdan Huzeyfetü’bnü’l-Yemân Hazretleri şöyle anlatmıştır:

Yermük savaşında, gâzîler arasında bulamadığım amcamın oğlunu cephede, yaralılar arasında arıyordum. Yanımda biraz su vardı. Onu buldum, ‘su ister misin’ deyince, ‘isterim’ dedi. Tam suyu vereceğim sırada, biraz ilerden bir yaralı ‘Su!’ diye inledi. Amcamın oğlu îsâr edip suyu ona götürmem için işâret etti. Gittim baktım ki, Hişâm bin Âs. Suyu tam ona vereceğim zaman, biraz ilerden bir başka yaralı; ‘Su!’ diye feryâd etti. Hişâm bin Âs da îsâr edip suyu ona götürmem için işâret etti. Bu sefer suyu ona vermek için yanına gittim. Yanına varıncaya kadar vefât etmişti. Hişâm’ın yanına geri döndüm. O da vefât etmiş! Tekrâr amcamın oğlunun yanına koştum, onu da vefât etmiş buldum. Su elimde kalakaldı. Allahü teâlâ hepsine rahmet etsin. (İmâm-ı Gazâlî)

CÖMERTLİĞİN FAZÎLETİ

Cömertlik, kendine ihtiyâcı olmayan şeyleri başkalarına vermektir. Îsâr ise, kendine gereken şeyleri başkasına vermektir. Ya’nî başkalarını kendine tercîh etmektir.

Cömertliğin en üstün derecesi olan îsâr büyük bir haslettir. Ancak bunu büyük insanlar yapar. Allahü teâlâ, Eshâb-ı kirâmı överken buyuruyor ki:

“Onlar, fakr u zarûret içerisinde olsalar bile, diğerlerini kendilerine tercîh edip öz cânlarından daha üstün tutarlar.” [Haşr, 9]

Hadîs-i şerîfte de buyuruldu ki:

“Kendisine gereken bir şeyi, kendi arzû ve ihtiyâcını te’hîr edip başkasına verirse, Allahü teâlâ, onun günâhlarını affeder.” [İbn-i Hibbân]

Medîne’nin yerlisi olanlar [Ensâr-ı kirâm], Medîne’ye hicret eden müslümânlara [Muhâcirlere] büyük fedâkârlıklarda bulunmuşlardır. Onları bütün mâllarına ortak etmişlerdir.

Resûl-i Ekrem Efendimiz, ganîmetlerin taksîminde iki teklîfte bulundu. Ya Ensâr’ın evlerinden çıkıp başka bir yerde kalmaları şartı ile ganîmetlerin hepsi Muhâcirlere verilecek veyâ Muhâcirler, Ensârın evinde bir müddet daha kalmak şartı ile, ganîmetler Ensâr ile Muhâcirler arasında taksîm edilecekti. Bu teklîfler için Ensâr-ı kirâm, “Biz ganîmet istemeyiz. Hepsi Muhâcirlere verilsin! Ancak onların evlerimizden çıkmalarına da aslâ râzî olamayız” dediler. Buna Peygamber Efendimiz çok memnûn oldu.

BAŞKASINI KENDİSİNE TERCÎH

Peygamber Efendimize bir misâfir geldi. Evde yenecek hiçbir şey yoktu. Ensârdan biri, bu misâfiri alıp evine götürdü. Onun da evinde yalnız bir kişilik yiyeceği vardı. Kandili söndürüp yemeği misâfirin önüne koydu. Kendi de sofraya oturup yer gibi yapıyor, elini yemek kabına götürüp getiriyordu.

Sabâhleyin, Resûlullah Efendimiz, ev sâhibine buyurdu ki:

“Allahü teâlâ, sizin akşamki misâfire gösterdiğiniz cömertliğe çok memnûn oldu. “Kendileri, ihtiyaç içinde olsalar da, başkalarını kendilerine tercîh ederler” âyet-i kerîmesini gönderdi.”

Hazret-i Mûsâ’ya, Peygamber Efendimizin sâhip olduğu makâmlardan birinin nûru gösterilince, bayılacak hâle geldi, bu dereceye nasıl yükseldiğini sordu. Allahü teâlâ, “Yüksek ahlâkı sâyesinde bu dereceye kavuştu. Bu ahlâk îsârdır. Yâ Mûsâ, ömründe bir kere îsâr edene, îsâr ahlâkı ile bana kavuşana hesap sormaktan hayâ ederim” buyurdu. Cenâb-ı Hak, Peygamber Efendimizi överken “Elbette sen huluk-i azîm [büyük ahlâk] üzeresin” buyuruyor. (Kalem, 4)

ÖNCE CÂN, SONRA CÂNÂN

“Önce cân, sonra cânân demek” uygun mu? Lüzûmlu bir şeyi başkasına vermek günâh mı? diye bir suâl hâtıra gelebilir.

Tabîî ki, “önce cân, sonra cânân” demek uygundur. Ya’nî önce kendimizi kurtaracağız, sonra başkalarını. Kendi i’tikâdımız, kendi ahlâkımız düzgün değilse, başkalarını nasıl kurtarabiliriz?

Aslında, mâl yönüyle de bu böyledir. Kendimiz yokluk içinde iken, elimizdekini başkalarına vermek doğru olmaz.  Nitekim, yukarıda bazı sahâbîlerden, mevzuyla ilgili bazı misâller de zikretmiş bulunuyoruz. Her şeyde i’tidâl üzere, orta yolda olmak esâstır.

CÖMERTLİĞİN FAZÎLETİ

Cömerd bir müslümânın az ibâdeti, cimrinin çok ibâdetinden üstün olduğu gibi, cömert câhil de, cimri âlimden üstündür. Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:

“Allahü teâlâ cömerdi, gece-gündüz ibâdet eden cimriden daha çok sever.” [Tirmizî]

“Cömert, Allah’a, insanlara, Cennete yakın, Cehennemden uzaktır. Cimri ise bunun aksinedir.” [Tirmizî]

“Bir kulun kalbinde cimrilikle îmân bir arada bulunamaz.” [Nesâî]

“Allah katında cömert bir câhil, cimri âlimden daha üstündür. Çünkü cimrilik en ağır hastalıktır.” [Dârekutnî]

Cömerdin îmânı kuvvetli, cimrinin îmânı ise zayıftır. Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:

“Cömertlik îmân sağlamlığından ileri gelir. Îmânı sağlam olan Cehenneme girmez. Cimrilik, şekten, şüpheden meydâna gelir. [Îmânda] şüphesi olan da Cennete giremez.” [Deylemî]

“Cömert olun ki, Allahü teâlâ da size cömertlik etsin! İyi bilin ki cimrilik küfürdendir, küfrün yeri de Cehennemdir.” [Deylemî]

Cömert, gayr-i müslim bile olsa, Cehennemdeki azâbı, diğer kâfirlerinki kadar şiddetli olmaz. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:

“Cömert kâfir, Cehenneme girerken, Allahü teâlâ, [Cehennemde vazîfeli meleklerin en büyüğü olan] Mâlik’e, “Bunu, dünyâdaki cömertliği nispetinde Cehennemin azâbı hafîf olan tarafına koy” buyurur.” [Deylemî]

Cömerdin kazancı, malı bereketli olur. Cömertliği nisbetinde malı artar. Misâfirin rızkı ile geldiği, kırk gün bereket bıraktığı, sadaka vermekle malın eksilmeyeceği hadîs-i şerîflerde bildirilmiştir.

Cömert olmaya çalışmalı, cimrilikten sakınmalıdır! Bir hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:

“Aman cimrilikten son derece sakının! Sizden öncekileri cimrilik helâk etmiştir.” [Müslim]