Çekilen Sıkıntılara Rağmen İslam Dininin Tebliği
Asr-ı saadetin ilk günlerinde, müşriklerin ileri gelenleri, çeşitli hile ve zulümlerle insanların iman etmelerine mani olmaya çalışıyorlardı. Mekke halkını, Muhammed aleyhisselamın okuduğu ayet-i kerimeleri dinlemekten men ederlerdi. Kendileri ise, geceleri gizlice, Muhammed aleyhisselamın bulunduğu evin yanına gelerek bir köşeye saklanıp dinlerlerdi. Sabaha doğru etraf aydınlanmaya başlayınca, birbirlerinden habersiz, gece Kur’an-ı kerimi dinlemeye geldiklerini gören müşriklerin ileri gelenleri, birbirlerini ayıplarlar, “Bir daha böyle yapmayalım” derlerdi. Ancak kendilerini alamayarak birbirlerinden habersiz yine gidip bir köşeye saklanarak tekrar dinlerlerdi. Sabah olunca da birbirlerini yine görüp şaşırırlardı. Bir daha böyle yapmamak üzere yemin ederek ayrılırlar, fakat bundan vazgeçemezlerdi. Ancak nefislerine uyup, üstünlük taslayarak, diğer müşriklerin kendilerini ayıplamalarından çekinerek ve daha bir çok boş düşüncelere kapılarak iman etmediler. Başkalarına da mani oldular. Üstelik sokaklarda, “Muhammed sihirbazdır” diye bağırdılar.
Resulullah efendimizin peygamberliğinin beşinci yılında bütün bu işkencelere rağmen, müslümanların sayısı gittikçe artıyordu. Fakat müşrikler de çok işkence edip ellerinden geleni yapıyorlardı. Peygamber efendimiz, Eshabının dayanılmaz işkencelere uğramasına, hatta develere bağlanıp, parçalatılmasına çok üzülüyordu. Bu işkenceler, her geçen gün daha da şiddetleniyor, merhamet dolu kalbi, bunlara tahammül edemiyordu. Bir gün Eshabını (r.anhüm) topladı ve: “Ey Eshabım! Şimdi yeryüzüne dağılınız. Allahü teala yakında sizi yine bir araya toplar” buyurdu.
Server-i alem Muhammed Mustafa (sallallahü aleyhi ve sellem) efendimiz, böylece Eshabının işkencelerden kurtulmasına ve Mekkeli müşriklere karşı mücadelesini tek başına sürdürmeye karar vermişti. Bu müsaade üzerine, Sahabe-i kiramdan bir kısmı, vatanlarından ayrılarak hicret ettiler. Fakat sevgili Peygamberimizden ayrıldıkları için, üzüntüleri çoktu ve her geçen gün de artıyordu.
İSLAM’IN YAYILMASI, İSRÂ VE Mİ’RÂC
İslamiyetin günden güne sınırları genişleyerek yayılması devam ediyordu. Bu hal, Kureyşli müşrikleri adeta çıldırtıyor, bütün gayretlerine rağmen, İslamiyetin yayılmasına mani olamıyorlardı.
İslam dini devamlı yayılıyor, Kur’an-ı kerimin nuru, ruhları aydınlatıyordu. Günahkar insanlar, Allahü tealanın ihsanı olarak iman ediyor, hidayete kavuşuyorlardı. Eshab-ı kiramdan olmakla şereflenen bu mübarek zevat (r.anhüm), el ele, gönül gönüle verip, Resulullah efendimizin etrafında pervane gibi dönüyorlardı. O’nun küçücük bir arzu ve işaretini büyük bir emir biliyor, yerine getirmek için yarışıyor, hatta bu uğurda canlarını feda etmekten asla çekinmiyorlardı. Müşriklerin telaş ve endişeleri ise, had safhaya varmıştı. Çünkü parmakla gösterilen kahramanlardan Hazret-i Hamza ve Hazret-i Ömer de müslüman olmuş ve Resulullah’ın saflarında yer almışlardı.
Müşrikler, sevgili Peygamberimizden pek çok mucizeler gördükleri halde, inadlarından iman etmiyorlar, üstelik müslüman olan kendi çocukları, kardeşleri, akraba ve arkadaşlarına eziyet ve zulümden geri kalmıyorlardı.
Cebrail aleyhisselam, İsra ve Mi’rac gecesinde Resulullah’ın yanına gelip önce Kabe’ye, sonra da bir anda Mescid-i Aksa’ya, oradan da yedi kat göklere çıktılar. Cenneti, Cehennemi gördüler. Peygamberimiz, yolculuğuna tek başına devam ederek zamansız, mekansız, cihetsiz, sıfatsız olarak Allahü tealayı gördü. Gözsüz, kulaksız, vasıtasız, ortamsız olarak Rabbi ile konuştu. Pek çok nimetlere kavuşmuş olarak Kudüs’e, sonra da Mekke’ye geldi.
Hicretten bir yıl önce, Receb ayının 27’sinde Cuma gecesi vuku bulan bu mucizeye mi’rac denir. Resulullah, miraca, ruh ve bedeni ile uyanık bir halde çıktı. Mirac gecesinde O’na nice ilahi hakikatlar gösterildi ve beş vakit namaz bu gecede farz kılındı. Ayrıca Bakara suresinin son iki ayet-i kerimesi ihsan edildi. İsra ve Mirac hadisesi Kur’an-ı kerimde, İsra ve Necm sureleri ile başta İmam Buhari ve İmam Müslim’in Sahihleri olmak üzere kıymetli hadis kitaplarındaki bazı hadis-i şeriflerde bildirilmektedir.
MEDİNE’DEN GELENLER
Resulullah’ın Peygamberliğinin on birinci senesi idi. Panayırda, Kabe’yi ziyaret için gelen Medine halkından bir toplulukla karşılaştı. Onlara: “Sizler kimlersiniz?” diye sorunca, Medineli ve Hazrec kabilesinden olduklarını söylediler. Peygamberimiz, Hazrecli bu altı kişi ile bir müddet oturup, onlara İbrahim suresinin 35-52 ayet-i kerimelerini okudu ve İslamiyeti anlattı. Bu dine girmeleri için davette bulundu. Kabilesinin büyüklerinden ve Medine’de yaşayan yahudilerden, yakında bir peygamberin geleceğini duyan bu insanlar, Resulullah’ın huzurunda Kelime-i şehadet getirerek müslüman oldular.
Bu altı kişi gerçekten inanmış, Allahü tealanın Peygamberimize tebliğ ettiklerini kabul ve tasdik etmişlerdi. Yurtlarına dönmek için Peygamberimizden izin alıp ayrıldılar.
Bunlar Medine’ye kavimlerinin yanına dönünce, hemen İslamiyet’ten ve Peygamberimizden anlatmaya, halkı, İslam dinine girmeleri için, davete başladılar. Bunda o kadar ileri gittiler ki, Medine’de, içinde Peygamberimizin ve İslamiyetin konuşulmadığı bir ev kalmadı. Böylece İslamiyet, Hazrec kabilesi arasında yayıldığı gibi, Evs kabilesinden bazı kimseler de müslüman oldular.
Resulullah efendimize, peygamberlik vazifesi tebliğ edileli 13 sene olmuştu. Mekkeli müşriklerin, müslümanlara zulmü son haddine varmış ve dayanılmaz bir hal almıştı. Medine’de ise, Es’ad bin Zürare ile Mus’ab bin Umeyr’in (r.anhüma) hizmetleri sayesinde, Evs ve Hazrecliler, müslümanlara kucak açacak, onları bağırlarına basıp Resulullah ve arkadaşları uğrunda her fedakarlığı yapacak aşk ve şevkin içindeydiler. Resulullah efendimizin de bir an önce Medine’ye teşriflerini arzuluyorlar, onun uğrunda mallarını ve canlarını esirgemeyeceklerine dair söz veriyorlardı. Hac mevsimi gelmişti. Mus’ab bin Umeyr ile beraber, Medineli 73 erkek ve 2 kadın müslüman, Mekke’ye geldiler. Hac mevsiminden sonra hepsi Akabe’de tekrar Peygamberimiz ile buluştular. Es’ad bin Zürare ve 12 temsilci, kabileleri adına Peygamberimizin Medine’ye hicret etmelerini rica ve teklif ettiler. Resulullah efendimiz, Kur’an-ı kerimden bazı ayet-i kerimeleri okuduktan sonra, kendi canlarını, çoluk ve çocuklarını nasıl koruyup gözetirlerse, onu da öyle koruyacaklarına dair onlardan kesin söz aldı. Bu makalemizin hacmi doldu. Bundan sonra inşaallah, İslam devletinin temellerinin atıldığı hicret hadisesi üzerinde birazcık durmak münasip olacaktır.