Pazar, Kasım 10, 2024
Makaleler

Bütün İşlerde İhlâsın Ehemmiyeti

İslâm âlimleri kitaplarında, “Tasavvuf”, îmânın vicdânîleşmesi ve ibâdetleri seve seve yapmak ile harâmlardan uzaklaşmaktır diyorlar. Tasavvuf kalbin kötülüklerden tasfiyesi, nefsin terbiye edilmesidir. Bu da İslâmiyetin emir ve yasaklarına tâm uymakla olur. Bu yolda insanın ilerlemesi ve yükselmesi, bir rehber (üstâd, mürşid) ile çabuk ve kolay olur. İhlâs sâhibi ve Allah adamları olan bu rehberlerin yanında bulunmak ve onların tavsiye ve nasîhatlarına uygun hareket etmek, kalpte ihlâsın hâsıl olmasına yardım eder.

Böylece tasavvuf yolunda ilerleyip yüksek derecelere varanlarda, her an ve her işlerinde Allahü teâlâyı unutmamak ve O’nun rızâsını düşünmek hâsıl olur. Onların bu hâlleri, asla kesintiye uğramaz ve devâmlıdır. Bu konuda şahsî bir gayretleri yoktur, buna ihtiyaç da duymazlar. Allah sevgisi kalplerine hakkıyla yerleştiğinden, bir ân O’nu unutmazlar. Böyle olanların ihlâsı tâm ve devâmlıdır.

Uğraşmadan, zorlamadan, külfetsiz ele geçen ihlâs devamlı olup hakkal-yakîn mertebesinde ele geçer. Devamlı ihlâs sâhibi, her şeyi Allahü teâlânın rızâsı için yapan “muhlas”tır. “Muhlas” olana, ibâdet yap­mak, tatlı ve kolay olur. Çünkü bunlarda, nefislerinin arzûsu ve şeytânın vesvesesi kalmamıştır. Böyle ihlâs, insanın kalbine ancak bir velînin kalbinden gelir. “Muhlas”lar ile, ihlâsı çalışarak elde eden “muhlis”ler arasında fark çoktur.

Irâk’ta yetişen büyük velîlerden Mekârim en-Nehr (rahmetullahi aleyh)hazretleri; “Muhlis”i şöyle anlattı: “Muhlis, Allahü teâlânın rahmeti ile mahlûkâtın şerrinden kurtulan ve bütün insanların efendisi olan Peygamber Efendimizin emirlerine uyandır” buyurdu.

Kendilerine “Silsile-i aliyye” denilen büyük âlim ve velîlerin altıncısı olan Ebü’l-Hasan-ı Harkânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine, “ihlâs ve riyâ nedir?” diye sorduklarında; buyurdu ki: “Allahü teâlâ için yaptı­ğın her şey ihlâstır. Halk için yaptığın herşey de riyâdır.”

Türkistân’da yetişen büyük velîlerden Ebû Saîd Ebü’l-Hayr (rahmetullahi aleyh) buyurdu ki: “Allahü teâlâdan ihlâsı, her şeyi O’nun rızâsı için yapmayı isteyiniz. İhlâsta, dünyâ ve âhirette kurtuluş vardır.”

Büyük velîlerden Yûsuf bin Hüseyin Râzî (rahmetullahi aleyh) buyurdu ki: “Dünyâda en kıymetli şey, ihlâstır.”

“İhlâs” hakkında, büyük âlim İmâm-ı Rabbânî’nin Mektûbât’ındaki bir hadîs-i şerîfte şöyle buyurulmuştur: “İbâdetlerinizi ihlâs ile yapınız! Allahü teâlâ, ihlâs ile yapılan işleri kabûl eder.”

Bağdâd’ın büyük velîlerinden Ebû Saîd-i Harrâz (rahmetullahi aleyh), ihlâs sâhibi olup yaptığı her işi, Allahü teâlânın rızâsına uygun yapardı. Başkalarına da ihlâslı olmayı tavsiye ederdi. Ebû Saîd-i Harrâz’ın bâzı işlerini gören ve ona hizmet eden bir fakîr vardı. Ebû Saîd, ona ihlâs ile amel etmesi için, ihlâstan bahsetmişti. Fakîr kendisini yoklayıp Ebû Saîd’e yaptığı işlerde ihlâsının olmadığını gö­rünce, bu hizmeti bıraktı. Sonunda Ebû Saîd, biraz zorlukla karşılaştı. Fakîre; “Neden bizi bıraktın?” deyince, o; “Yaptığım işte ihlâs bulamadım” cevâbını verdi. Ebû Saîd de; “Ben sana, ‘ameli terk et’ demedim, ‘ihlâsı ara’ dedim. İşine devâm et ve ihlâsı elde etmeye çalış” buyurdu.

Hanım velîlerden Fâtıma-i Nîşâbûriyye (rahmetullahi aleyhâ) hazretlerine, “İhlâs sâhibi kime denir?” diye sorulduğunda: “Kim, Allahü teâlâyı düşünerek amel ve ibâdet yaparsa, o kimse ihlâs sâhibidir” bu­yurmuştur.

Evliyânın büyüklerinden Hayru’n-Nessâc (rahmetullahi aleyh) buyurdu ki: “İhlâs, amelin kabûlüne vesile olan güzel düşünce(niyyet)dir.”

Meşhûr velîlerden Huzeyfetü’l-Mer’aşî (rahmetullahi aleyh) buyurdu ki: “İhlâs, kulun içi ile dışının aynı olmasıdır.”

Evliyânın büyüklerinden İbrâhim-i Havvâs (rahmetullahi aleyh)  buyurdu ki: “Bir kimse, baş olma sevdâsına kapılırsa, artık ibâdetten, ihlâstan sıyrıldı demektir.”

Büyük velîlerden Yahyâ bin Muâz-ı Râzî (rahmetullahi aleyh) buyurdu ki: “İhlâs, ameli kusûrlardan temizlemektir.”

KULUN İHLÂS SÂHİBİ OLDUĞU NASIL BELLİ OLUR?

Mısır’da yetişen büyük velîlerden Zünnûn-i Mısrî (rahmetullahi aleyh) hazretlerine;  “Kulun ihlâs sâhibi kimselerden olduğu nasıl belli olur?” diye sorduklarında; “Kendisini tâm ma’nâsıyla ibâdete verip insan­ların nazarında mertebe ve i’tibârının silinmesini severek kabûl ettiği za­man” cevâbını verdi.

Yine Zünnûn-i Mısrî (kuddise sirruh) buyurdu ki: “Şu üç şey ihlâs alâmetidir. Birincisi medh de, kötülenmek de ona te’sîr etmez. İkincisi, amelleri unutur, günâhlarını düşünür. Üçüncüsü, Hak teâlâdan gayrısını gönlünden çıka­rır.”

Her işinde Allahü teâlânın rızâsına kavuşmayı arzû eden Ebû Mid­yen Mağribî (rahmetullahi aleyh) ihlâs sâhibi idi. İhlâsla ilgili olarak buyurdu ki: “İhlâsın alâmeti, her an Allahü teâlâyı müşâhede etmek, O’ndan başkasını hiç hâtırına getirmemektir.”

Evliyânın büyüklerinden Ebû Bekr-i Dükkî (rahmetullahi aleyh) buyurdu ki: “İhlâs odur ki; insanın zâhiri, bâtını, durması, hareket et­mesi, nefes alıp vermesi, ya’nî her hâli Allahü teâlâ için olmalıdır. Nefsin, hevânın payı bulunmamalı, hiçbir hareket, bir mahlûk için olmamalıdır.”

Evliyânın meşhurlarından Ebû Bekr-i Verrâk (rahmetullahi aleyh) buyurdu ki: “İhlâs sâhibi mi olmak istiyorsun, önce baş olma sevgisini kalbinden at. Sonra kendini kimseden üstün görme.”

NAMAZ VE ORUÇ İBÂDETLERİNİ DE İHLÂSLA YAPMANIN ÖNEMİ

Hilyetü’l-Evliyâ” isimli kitapta kaydedildiğine göre, Resûlullah Efendimiz (aleyhisselâm), Mu’âz bin Cebel’i (radıyallahü anh), Yemen’e vâlî olarak gönderirken, ona: “İbâdetlerini ihlâs ile yap! İhlâs ile yapılan az amel, kıyâmet günü sana yetişir” buyurmuştur.

Sevgili Peygamberimizin mübârek dâmâdı Hazret-i Alî (radıyallahü anh) de: “Az amel yaptım diye üzülmeyin. Kabûl oldu mu? diye endişe edin! Buna ihtimâm gösterin” buyurmuştur.

Hindistan’da yetişen en büyük âlim, velî, müceddid ve müctehidlerden sayılan İmâm-ı Rabbânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) ise buyurdu ki: “İhlâs ile yapı­lan küçük bir iş, senelerce yapılan ibâdetler gibi kazanç (sevâp) hâsıl eder.”

Şimdi de, az bir amele bile çok değer kazandıran ihlâsla ilgili, muhtelif asırlarda, muhtelif memleketlerde yaşamış birkaç ulemâ ve evliyânın bazı sözlerini naklederek onlarla bereketlenmek istiyoruz.

İHLÂSSIZ AMEL, SAHTE PARA GİBİDİR

Seyyid Emîr Külâl (kuddise sirruh): “İhlâssız amel, sahte para gibidir, kabûl edilmez” buyurmuş; Sehl-i Tüsterî‘ye (rahimehüllah), “İnsanın nefsine en çok ağır gelen şey nedir?” diye sorduklarında, “İhlâstır” cevâbını vermiş; “Zîra ihlâsta nefsin nasîbi ya’nî payı yoktur” diye bir açıklamada da bulunmuştur. İmâm-ı Rabbânî (kuddise sirruh) ise, ihlâs ile, uzun yılların amelinin, işinin, kısa zamanda ele geçeceğini açıklamıştır.

İstanbul’da yetişen velîlerden Cemâleddîn Mahmûd Hulvî (rahmetullahi aleyh) buyurdu ki: “İhlâs, her şeyin Allahü teâlânın rızâsı için yapılması, amelin kabûlüne vesîle olan güzel düşünce(niyyet)dir.”

Irâk evliyâsından Ali Sincârî (rahmetullahi aleyh), ta­lebesine sık sık buyururdu ki: “İhlâs; bütün işleri, insanların rızâsı için değil, Allahü teâlânın rızâsı için yapmaktır.”

Velîlerin büyüklerinden ve Ehl-i sünnetin amelde dört hak mezhebin­den biri olan Hanbelî mezhebinin imâmı Ahmed bin Hanbel (rahmetullahi teâlâ aleyh), kendisine sorulan “İhlâs nedir?” sorusuna; “Amellerin âfetlerinden kurtulmaktır” cevâbını vermiştir.

Tanınmış büyük evliyâdan Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (rahmetullahi aleyh), bütün işleri ihlâs ile, sâdece Allahü teâlânın rızâsı için yapmak lâzım olduğunu, bir misâl ile şöyle izâh etmiştir:

“Nîşâbûr’lu bir ilim talebesi ile bir tâcir yol arkadaşı oldular. Talebe çok fakîr olduğundan, ayakkabısı yoktu. Yalın ayak yürürken, o tâcir ona bir çift ayakkabı verdi. Sonra tâcir, talebeye ikide bir; “Ey talebe! Yolun düzgün yerinden yürü… Sivri taşlara basma… Ayaklarını sürüme… Dikenli yerlerden gitme… Ayakkabıyı eskitme…” diye tenbîh ediyordu. Bu tenbîhler talebeyi usandırdı. Sonunda talebe dayanamayıp ayakkabıları çıkardı, tâcirin önüne bıraktı ve; “Ben senelerce yalın ayak seyâhat ederim. Kimse bana bunun için herhangi bir şart koşmuyordu. Şimdi senin verdiğin bu ayakkabılar için sana mahkûm olamam” dedi. İşte burada olduğu gibi, yapılan hayır-hasenât karşılıksız olmalı, Allahü teâlânın rızâsı için yapılmalıdır. Ancak böyle olursa makbûl olur.

Evliyânın büyüklerinden Cüneyd-i Bağdâdî (rahmetullahi aleyh) hazretlerine “İhlâsı kimden öğrendiniz?” diye sorduklarında; “Mekke-i mükerremede bulunuyordum. Bir berber gördüm. Ona, “Allah rızâsı için benim saçlarımı düzeltebilir misin?” dedim. Berber: “Elbette” dedi. O sırada, mevkı sâhibi birini tıraş etmekte idi. Hemen onun tıraşını bıra­kıp; “Efendi, kalk. Bir kimse Allah için bir şey istedi mi, bütün işler durur, derhâl ona bakılır” dedi. Sonra berber koltuğuna beni oturtup tıraş etti. Sonra da bana bir mikdâr altın verip; “İhtiyaçların için lâzım olur, onlara harcarsın” dedi.

Ben bu hâle çok hayret edip elime geçecek ilk parayı kendisine hediye etmeye niyet ettim. Az bir zaman sonra, bana Basra’­dan bir kese altın gönderdiler. Hemen götürüp o keseyi ona verince, se­bebini sordu. Ben de niyyetimi açıkladım. Bunun üzerine bana, “Sen, Al­lah rızâsı için beni tıraş et” dedin. Ben de o niyyetle seni tıraş ettim. Şimdi bunları alırsam, niyyetimde bir değişme olmasından korkarım” dedi.

Yine Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri buyurdu ki: “İhlâs; ameli, Allahü teâlâ için olmayan karışık düşünce ve niyetlerden arındırmaktır.”

Evliyânın büyüklerinden Ebû Muhammed Cerîrî (rahmetullahi aleyh) de, İhlâs hakkında buyurdu ki: “İhlâs, âhiretteki ni’met ve azâplara yakînen inanmanın alâmetidir. İbâdetlerdeki riyâ, gösteriş de, âhiretteki ni’met ve azâplara inanmakta tereddüd olduğunun alâmetidir.”

Bağdât velîlerinden Rüveym bin Ahmed (rahmetullahi aleyh) buyurdu ki: “Amelde ihlâs, iki cihânda Allahü teâlâdan karşılık bekle­memektir. [Ya’nî Allah’ın emri olduğu için yapması, karşılık için yapmaması gerekir.]” Yine buyurdu ki: “İhlâs; ameline bakmamak, ya’nî hiçbir zaman amelini beğenmemektir.”

Büyük velîlerden Sehl bin Abdullah Tüsterî (rahmetullahi aleyh) buyurdu ki: “Kırk gün ihlâslı olan, dünyâda zâhid olur, onun kerâmeti görülür.”

Büyük velîlerden Ebû Ali Dekkâk (rahmetullahi aleyh) ise buyur­du ki: “İhlâs, insanların teveccüh, alâka göstermelerinden sakınıp ameli yalnız Allah için yapmaktır. Sıdk ise; nefsi, yaptığı ameli beğen­mekten temizlemektir. Bunun için ihlâs sâhibi muhlislerde riyâ, gösteriş; sıdk sâhibi olan sâdıklarda da ucub (amelini güzel görmek) hâli bulunmaz.” Bu vesîleyle, onun bir sözünü daha nakledelim:

“Sıdk; insanlara karşı, olduğun gibi görünmen veya onlara karşı, gö­ründüğün gibi olmandır.”