Pazar, Kasım 3, 2024
Gazete Makaleleri

Akıl Ve Vahye Dâir Birkaç Kelime

Son zamanlarda, bazı basın organlarında, medyada akıl ile vahiy mukayese edilmiştir. Bu münâsebetle biz, bu makalemizde, çok kısa olarak “akıl” ve “vahiy”den bahsedeceğiz.

AKLIN MÂHİYETİ

Cenâb-ı Hak, diğer vücud uzuvlarımızın üstünde bulunan aklı, esâs itibâriyle hakkı-bâtıldan, iyiyi-kötüden, faydalıyı-zararlıdan ayırt eden bir meleke olarak yaratmıştır. İyiyi, kötüden ayırabilen akla “akl-ı selîm” denir.

Fakat hemen belirtmek lâzımdır ki, akıl, yalnız başına ma’neviyyâtı, faydalı-zararlı şeyleri anlayamamaktadır. Şu bir vâkıadır ki, hak ile bâtıl, iyi ile kötü, ancak, bütün mahlûkâtı yoktan var eden Allah’ın bildirmesiyle bilinip anlaşılabilmektedir. İşte bundan dolayı Allahü teâlâ, insanların akıldan faydalanmaları için, Peygamberleri, din ışığını yaratmıştır. Kullarına çok acıyıp, onların râhat ve huzur içinde yaşamalarını istediğinden, her asırda insanlar arasından seçtiği en üstün, en iyi kimseleri Peygamber yapmış, bunlara kitaplar göndererek huzur ve saâdet yolunu göstermiştir. Peygamberler, dünyâ ve âhırette rahat etme yolunu bildirmeselerdi, şüphesiz ki akılla bulunamazdı.

Sadece akla uymak gecenin koyu karanlığında, bilinmeyen yerlerde, pervâsızca yürümeye ve engin denizde, acemî kaptanın, pusulasız yol almasına benzer ki, her an uçuruma, girdâba düşebilirler. Nitekim, felsefeciler ve her şeyi tecrübeleri, hayâlleri ile izâha kalkışan maddeciler, akılları dışında bulunan konulardaki sözlerinin çoğunda yanılmışlardır.

Dinimizde akla uymayan hiçbir şey yoktur, fakat aklın ermediği şeyler çoktur. Âhıret bilgileri ve Allâhü teâlânın beğenip beğenmediği şeyler ve O’na ibâdet şekilleri, eğer aklın çerçevesi içinde olsalardı ve akıl ile doğru olarak bilinebilseydi, binlerce Peygamber gönderilmezdi.

Allahü teâlâ, kıyâmete kadar değiştirmemek üzere ve bütün dünyaya, en son Peygamber olarak, Muhammed aleyhisselâmı göndermiştir. Her peygamber gibi son nebî ve resûl olan Muhammed aleyhisselâm da, akıl ile bulunacak dünya işlerine dokunmayıp, yalnız bunları araştırmak, bulup faydalanmak için çalışmayı emretmiş, Allahü teâlânın beğendiği ve beğenmediği şeyleri açık olarak bildirmiştir.

VAHYİN TARİFİ

Şimdi gelelim vahye: Sözlükte, “sür’atli işâret, yazı yazmak, gizli söz, ilhâm” gibi ma’nâlara gelen “vahiy”, ilmî bir terim olarak “Allahü teâlânın dilediği şeyleri, emir ve yasaklarını, dilediği şekilde peygamberlerine bildirmesi” demektir.

Allahü teâlâ, dünyaya gönderdiği ilk insan ve ilk Peygamber Hazret-i Âdem’den Resûlullah Efendimize kadar bütün peygamberlerine vahiyde bulunmuştur.

VAHİY ŞEKİLLERİ

Usûl-i tefsîr kitaplarında belirtildiği üzere, Cebrâil aleyhisselâm, vahyi getirirken ba’zan insan şekline girer ve Eshâb-ı kirâmdan Dıhye-i Kelbî’nin sûretinde gelirdi. Ba’zan vahyi, Peygamber aleyhisselâmın kalbine ilkâ ederdi, yerleştirirdi. Bu durumda Resûlullah efendimiz, meleği görmezdi. Vahiy ba’zan sâdık rü’yâ ile, ba’zan da dehşet saçan bir uğultu ile gelirdi. Vahyin Sevgili Peygamberimize en ağır ve çetin geleni bu sonuncu şekil idi. Böyle hâllerde Resûlullahın, en soğuk günde bile mübârek alnından terler dökülür, deve üzerinde ise, vahyin ağırlığından deve yere çökerdi. Yanında bulunan sahâbîler de vahyin ağırlığını hissederlerdi.

Cebrâil aleyhisselâm, birkaç defa da kendi şekil ve sûretinde geldi.

Allahü teâlâ, meleksiz ve perdesiz, ya’nî hiç bir vâsıta olmadan da Peygamber efendimize vahyetmiştir. Bu hâl, Mi’râc gecesinde vâki olmuştur. Meselâ Bakara sûresinin son iki âyet-i kerîmesi, bu gecede vahyolunmuştur.

Resûlullah efendimiz sağlığında, gelen vahiyleri, vazifeli olan kâtiplerine yazdırırdı. Aynı âyet-i kerîmeyi aynı anda birçok kimse yazardı. Makalemizin sonuna doğru bazı vahiy kâtiplerini zikredeceğiz.

İLK VAHİY

Peygamber efendimiz 40 yaşında iken, bir gün, Mekke’deki Hirâ mağarasında tefekküre dalmıştı. Mîlâdî 610 senesinde Ramazan ayının 17. (Pazartesi) gecesi, gece yarısından sonra uyanık iken, Cebrâil aleyhisselâm insan sûretinde gelip bazı karşılıklı konuşmaları müteâkıp “(Ey Habîbim! Her şeyi) yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı alakdan (pıhtılaşmış kandan) yarattı! Oku, Rabbin büyük kerem sâhibidir. O kalemle öğretir, insanlara bilmediklerini öğretir” meâlindeki Alak sûresinin ilk beş âyet-i kerîmesini getirdi.

Resûlullah efendimiz de onunla beraber okudu. Sonra Cebrâil aleyhisselâm; “Yâ Muhammed! Allahü teâlâ sana selâm söylüyor ve senin için; “Sen benim insan ve cinnîlere peygamberimsin. Onları kelime-i tevhîde (lâ ilâhe illallah demeye) dâvet et!” buyuruyor dedi.

Sevgili Peygamberimize peygamberliğinin bildirildiği ilk vahiy, işte böyle gelmişti. Kur’ân-ı kerîm, Peygamber efendimize bir defada, toptan gelmeyip, lüzûmuna ve hâdiselere göre, âyet âyet, bâzen sûre sûre nâzil oldu. Kur’ân-ı kerîm 23 senede tamamlandı. Diğer semâvî kitaplar ise birer defada inmişlerdir.

Resûlullah efendimiz kendisine indirilen âyet-i kerîmeleri ezberler ve aslâ unutmazdı. Nitekim A’lâ sûresinin 6. âyet-i kerîmesinde meâlen, “Sana (Cebrâil’in öğreteceği üzere) Kur’ân-ı kerîmi okuyacağız ve sen hiç unutmayacaksın” buyurulmuştur.

Resûlullah efendimiz kendisine gelen âyet-i kerîmeleri Eshâb-ı kirâma da okur, onlar da ezberlerdi. Gelen vahyi, emrindeki husûsî vahiy kâtiplerine yazdırır, her âyet-i kerîmenin hangi sûreye yazılacağını bildirirdi.

Vahiy kâtiplerinin sayısı 42’yi bulmuştur. Başlıcaları şunlardır: Hz. Ebû Bekr, Hz. Ömer, Hz. Osmân, Hz. Ali, Hz. Zübeyr, Âmir b. Füheyre, Amr b. Âs, Muğîre b. Şu’be, Abdullah b. Revâha, Hâlid b. Velid, Huzeyfe b. Yemân, Muâviye b. Ebî Süfyân, Zeyd b. Sâbit, Übey b. Ka’b, Abdullah b. Sa’d… Görüldüğü üzere bunlar sahâbe-i kirâmın en önde gelen sîmâlarıdır.

Cebrâil aleyhisselâm her sene bir kere gelip, o zamana kadar inmiş olan Kur’ân-ı kerîmi, levh-i mahfûzdaki sırasına göre okur, Peygamberimiz de dinler ve tekrar ederdi. Resûlullah efendimizin âhirete teşrif edeceği sene iki kere gelip tamamını okudular. İnşâallah diğer bir makalemizde Kur’ân-ı kerimden genişçe bahsederiz.