Akâid İlminin Ehemmiyeti
“Akîde” (cem’i, çoğulu akâid): “İnanılacak şeyler, îmân bilgileri” demektir. Akâid, ibâdeti değil, i’tikâdı esâs alan İslâmî kâidelerdir.
Allahü teâlânın bildirdiği her dîn iki kısımdan meydâna gelmiştir: 1) İ’tikâdî (inançla ilgili) esâslar, 2) Amelî esâslar (emir ve yasaklar).
İ’tikâdî esâslardan bahseden ilme “akâid ilmi”, amelî esâslardan bahseden ilme de “fıkıh ilmi” denir. [İnşâallah başka bir makâlemizde, ehemmiyetine binâen “Fıkıh ilminin müslümânlar için lüzûmu” üzerinde duracağız.]
“Kelime-i şehâdet” ve “Kelime-i tevhîd” ile bunlara bağlı olan ve “Âmentü” denilen îmânın altı şartı, îmânla ilgili bilgilerdir. Allahü teâlânın zâtı ve sıfatları, melekler, Peygamberler, mukaddes kitaplar, âhiret, kabir, haşir ve neşir, Cennet ve Cehennem… hepsi bu ilmin mevzûu, konusudur.
Bu vesîle ile önce birazcık “Kelime-i Şehâdet”ten bahsedelim:
İslâmın beş şartından birincisi ve esâsı olan “Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlüh” ibâresinin tamâmına “Kelime-i Şehâdet (Şehâdet Kelimesi)” denir.
Şehâdet kelimesinin mânâsı şöyledir:
“Ben şehâdet ederim ki, ya’nî görmüş gibi bilir ve inanırım ki, Allahü teâlâdan başka hiçbir ilâh yoktur. Yine görmüş gibi bilir ve inanırım ki, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) Allahü teâlânın hem kulu, hem Peygamberidir.”
Bu ma’nâya göre:
“Allahü teâlâdan başka sonsuz, varlığı lâzım olan, ibâdet ve itâat olunmaya hakkı olan hiçbir ilâh ve hiçbir kimse yoktur. İlâhî vahiy ile göndermiş olduğu Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) de Allahü teâlânın hem kulu, hem de Peygamberidir. O’nun gönderilmesi ile O’ndan önceki Peygamberlerin dînleri tamâm olmuş, hükümleri kalkmıştır. Ebedî saâdete kavuşmak için ancak O’na uymak lâzımdır. O’nun dînle ilgili her sözü, Allahü teâlâ tarafından kendisine bildirilmiştir; hepsi doğrudur; yanlışlık ihtimâli yoktur.”
Müslüman olmanın ilk şartı îmân etmektir. Îmân etmek için, kelime-i şehâdeti tam olarak söylemek (ya’nî Muhammed aleyhisselâmın peygamberliğini bildiren ikinci kısmı da kabûl etmek), bunun ma’nâsını bilmek ve inanmak lâzımdır.
Şimdi bir nebze de “Kelime-i Tevhîd”den bahsedelim:
“Lâ ilâhe illallah, Muhammedün Resûlullah” ibâresine “Kelime-i Tevhîd (Tevhîd kelimesi)” denir. Bu ifâde, İslâm dîninde tevhîd inancını bildiren söz olup tevhîd inancı da, Allahü teâlânın var ve bir olduğuna ve Muhammed aleyhisselâmın O’nun Peygamberi olduğuna inanmaktır. Müslümân bir kimsenin, ilk önce “Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah” sözünün ma’nâsını bilmesi ve inanması farzdır.
“Kelime-i Tevhîd”in ma’nâsı şöyledir:
“Allah’tan başka (ibâdete hakkı olan) hiçbir ilâh yoktur. (Hazret-i) Muhammed (aleyhisselâm), Allah’ın peygamberidir.”
Bunun geniş ma’nâsı ise şu şekildedir:
“Allahü teâlâ tektir; eşi, ortağı yoktur. Azamet, büyüklük sâhibi olmak O’na mahsûstur. İnsanlar yoktu; sonradan yaratıldı. İnsanların bir yaratanı vardır. Her varlığı O yaratmıştır. Bu yaratan birdir; ortağı, benzeri yoktur; bir ikincisi yoktur. O, hep vardı; varlığının başlangıcı yoktur. Hep vardır; varlığının sonu olmaz. Yok olmaz; O’nun hep var olması lâzımdır. O, yok olamaz. Varlığı kendindendir, hiçbir sebebe ihtiyâcı yoktur. O’na muhtâc olmayan hiçbir şey yoktur. Her şeyi var eden, her varı her ân varlıkta durduran O’dur. O, mâdde değildir; cisim değildir. Bir yerde değildir. Hiçbir mâddede bulunmaz. Şekli yoktur. Ölçülmez. Nasıldır? diye sorulmaz. O’ndan bahsedilince, akla-hayâle gelen her şey, O değildir. O, bunlara benzemez. Bunlar, hep O’nun mahlûklarıdır. O, mahlûkları gibi değildir. Akla, vehme, hayâle gelen her şeyi, O yaratmaktadır. Yukarıda, aşağıda, yanda değildir. Yeri yoktur. O, ezelde, sonsuz öncelerde nasıl idi ise, şimdi de hep öyledir. O’nda değişiklik olmaz. O’nun zâtî ve sübûtî sıfatları vardır. Bu sıfatlarında da, hiç değişiklik olmaz.”
Allahü teâlâ, kullarına, peygamberler gönderdi. Bu büyük insanlar vâsıtasıyla kullarına, saâdete ve felâkete sebeb olan işleri bildirdi. Peygamberlerin en yükseği, son Peygamberi olan Muhammed aleyhisselâmdır. Yeryüzündeki dînli-dînsiz herkese, her yere, her millete Peygamber olarak gönderilmiştir. Bütün insanların, meleklerin ve cinnîlerin Peygamberidir. Dünyânın her yerinde de, herkesin, O yüce Peygambere tâbi’ olması, uyması lâzımdır. İslâm dîninin hükmü, kıyâmete kadar bâkî kalacaktır.
“Kelime-i tevhîd”in ma’nâsı Kur’ân-ı kerîmde bildirilmekte, Resûlullah Efendimiz de bu bildirilenleri açıklamaktadır. Eshâb-ı kirâmın hepsi, bu açıklamaları öğrenip kendilerinden sonra gelenlere bildirmişlerdir. Eshâb-ı kirâmın bildirdiklerini hiç değiştirmeden, olduğu gibi kitaplara geçirerek bugüne kadar ulaştıran yüksek dîn âlimlerine “Ehl-i Sünnet âlimleri” denir.
Ehl-i sünnet ve cemâat mezhebini bildiren i’tikâd imâmları ikidir. Bunlar; İmâm Ebü’l-Hasen Eş’arî ile İmâm Ebû Mansûr Mâtürîdî’dir. Bu iki büyük âlim, Selef-i sâlihînin (daha önce gelen büyük İslâm âlimlerinin, ya’nî Sahâbe-i Güzîn, Tabiîn-i kirâm ve onlardan sonraki âlimlerin) bildirdikleri îmân bilgilerini açıklamışlar, kısımlara bölmüşler, insanların anlayabileceği şekilde açıklayıp yazmışlardır.
Akâid ilminde söz sâhibi olan âlimlerin naklettikleri inanç esâslarına “i’tikâdda mezheb” denir. İ’tikâdda doğru yolu gösteren mezheb tektir. Buna da “Ehl-i sünnet vel-cemâat mezhebi” denir. “Mezhepler Târihi”nden bahseden kitaplarda belirtildiğine göre, diğerleri bozuk fırkalar olup bunlara “bid’at ehli” veya “fırak-ı dâlle” ya’nî sapık fırkalar adı verilmektedir. Peygamber Efendimiz bir hadîs-i şerîfinde bu husûsta şöyle buyurmaktadır: “Ümmetim (i’tikâdda) yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır; birisi kurtulup Cennet’e gidecek, diğerleri Cehenneme gideceklerdir. Kurtulan fırka, benim ve Eshâbımın yolunda olan fırkadır.”
“ÂMENTÜ” ESÂSLARI NELERDİR?
Îmân esâslarını kendinde toplayan bir kelime veya söz olan “Âmentü” kelimesi, sözlük ma’nâsında kısaca “îmân ettim=inandım, tasdîk ettim, güvendim” demek ise de, ilmî bir ıstılâh (terim) olarak: Îmân etmek için inanılması lâzım olan esâsları ifâde etmektedir. Yani mü’min (îmânlı) olmanın altı şartı, inanılacak 6 esâstır. Asırlardan beri, her müslümânın çocuğuna ezberletip öğrettiği “Âmentü” duâsının orijinali, Arabîsi şöyledir:
“Âmentü billahi ve melâiketihî ve kütübihî ve rusülihî ve’l-yevmi’l-âhiri ve bi’l-kaderi hayrihî ve şerrihî mine’llahi teâlâ, ve’l-ba’sü ba’de’l-mevti hakkun, eşhedü enlâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlüh”.
Âmentü’de bildirilen altı şeyin ma’nâlarını bilip beğenen ve kabûl eden kimseye “Müslümân” denir. Dünyâya gönderilen ilk insan ve aynı zamanda ilk Peygamber olan Hz. Âdem’den i’tibâren bütün ülü’l-azm peygamberler, resûller ve nebîler hep aynı îmân esâslarını bildirmişlerdir. Âmentü’deki îmân esâsları altıdır:
1.Allahü teâlâya inanmak: Allahü teâlâ, hakîkî ma’bûd ve bütün varlıkların tek yaratıcısı ve sâhibidir. Dünyâ ve âhiret âlemlerinde bulunan her şeyi yoktan var eden ancak Allahü teâlâdır. Her üstünlük ve bütün kemâl sıfatlar O’nundur. Bütün noksân sıfatlardan uzaktır. Zamanlı ve mekânlı değildir. O’nun zıddı, tersi ve benzeri, ortağı, yardımcısı, koruyucusu yoktur. Anası, babası, oğlu, kızı, eşi yoktur. O, “Bir”dir; ya’nî benzeri yoktur. O’nda hiç bir sûrette değişme olmaz. Ezelî ve ebedîdir. Bütün bunlara kesin olarak inanmak lâzımdır. “İhlâs” sûresinde ve diğer bazı âyet-i kerîmelerde, bu husûslar vecîz bir tarzda ifâde edilmektedir. Maalesef bugün bazı insanlarda, i’tikâdî konularda çok ciddî sapmalar vardır. Düalizme (2 tanrı bulunduğuna) ve teslîse (üçlü ilâh sistemine) inanmak açıkça küfür olur. Müteaddit âyet-i kerîmelerde bunların küfür (îmânsızlık) olduğu açıkça beyân buyurulmuştur.
2.Allahü teâlânın meleklerine inanmak: Melekler, Allahü teâlânın kıymetli kullarıdır; nûrânî varlıklardır. Diridirler, akıllıdırlar, emîndirler. İnsanlarda bulunan kötülükler meleklerde yoktur. Günâh işlemezler, emirlere isyân etmezler, emrolundukları işleri yaparlar. Erkek veya dişi değildirler. Bazı resimlerde kadın hâlinde gösterilmeleri kat’î sûrette uygun değildir. Yemeleri, içmeleri yoktur. Evlenmezler, çocukları olmaz. Meleklerin varlığını inkâr etmek, onlara düşmân olmak, Allahü teâlâya karşı gelmek olur.
3.Allahü teâlânın indirdiği kitaplarına inanmak: Peygamberlere inen kitapların hepsi haktır, doğrudur. Allahü teâlâ, bu mukaddes [kudsî, kutsal] kitapları bazı peygamberlere, melekle okutarak, bazılarına ise, yazılı olarak, bazılarına da, meleksiz işittirerek indirdi. Bu kitapların hepsi Allahü teâlânın sözleridir. Ebedî ve ezelîdirler; sonradan yaratılmış değildirler. Bunlar meleklerin veya peygamberlerin kendi sözleri değildir. Dört peygambere toplam 100 suhuf (forma, risâle, kitapçık), dört peygambere de 4 büyük kitap gönderilmiştir. Bunlardan bozulmayan, değiştirilmeyen sâdece Kur’ân-ı kerîmdir, diğerleri maalesef tahrîf edilmişlerdir. Kur’ân-ı kerîm gelince, diğerleri yürürlükten kaldırılmıştır. Mü’min, müslümân olabilmek için mutlakâ Kur’ân-ı kerîme inanmak lâzımdır.
4.Peygamberlere îmân: İnsanları, Allahü teâlânın beğendiği yola kavuşturmak, doğru yolu göstermek için gönderilmişlerdir. Bu peygamberlerin hiç bir kötü huyu, beğenilmeyecek hâli yoktur. Peygamber olmadan önce de, sonra da büyük, küçük hiçbir günâh işlemezler. Yeni dîn getiren peygamberlere “Resûl”, yeni dîn getirmeyip, insanları önceki dîne da’vet edenlere “Nebî” denir. Emirleri teblîğ etmekte, duyurmakta ve insanları Allahü teâlânın dînine çağırmakta “Resûl” ile “Nebî” arasında herhangi bir fark, bir ayrılık yoktur. Peygamberlere îmân etmek, aralarında hiçbir fark görmiyerek hepsinin doğru sözlü olduğuna inanmak demektir. Onlardan birine bile inanmayan hiç birine inanmamış olur.
Şimdi, son peygamber olan Muhammed aleyhisselâm’a inanmıyan bir kimse, peygamberlerin hepsini inkâr etmiş sayılır. Peygamberlerin sayısı net olarak bildirilmemiştir. Yüz yirmi dört binden çok olduğu meşhûrdur. Bunlardan üç yüz on üç (313) veya üç yüz on beş (315) adedi resûldür. 6’sı da ülü’l-azm peygamberdir. İlk peygamber Hazret-i Âdem, son peygamber Muhammed aleyhisselâmdır. Kur’ân-ı kerîmde yirmi sekiz peygamberin ismi geçmektedir Bunlardan Zülkarneyn, Lokmân ve Üzeyr’in peygamber olup olmadıkları kesin belli değildir; ya’nî bunlar hakkında “Nebî” diyenler olduğu gibi, “Velî” diyenler de olmuştur.
5.Âhiret gününe, ya’nî öldükten sonra dirilmeye, ebedî bir hayâtın olduğuna inanmak: Âhiretin başlangıcı insanın öldüğü gündür. Kabirde “Münker” ve “Nekîr” adlı melekler suâl soracaklardır. Kıyâmet kopacak, sonra herkes dirilecek, dünyâda yaptıkları her türlü kötülük ve iyilikten hesâp sorulacaktır. Bütün insanlar, “Sırât Köprüsü”nden geçeceklerdir. Cennet iyiler (mü’minler) için ve Cehennem kötüler (kâfir ve günâhkârlar) içindir. Her ikisi de şimdi vardır; ama henüz Cennet ve Cehennem hayâtı başlamamıştır.
6.Kadere, hayır ve şerrin Allahü teâlânın takdîriyle olduğuna inanmak: İnsanlara gelen hayır ve şer, fayda ve zarar, kazanç ve ziyânların hepsi Allahü teâlânın takdîr etmesi iledir. Allahü teâlânın bir şeyin varlığını, var olmasını dilemesine “kader” denir. Zamanı gelince meydana gelmesine de “kazâ” denir. Kazâ ve kader kelimeleri birbirinin yerine de kullanılmaktadır.
Bu inanılacak altı şeye veya herhangi birisine bir insan inanmaz ise müslümân olamaz. Çocuk, bâliğ olduğu (ergenlik yaşına geldiği) zaman, bu altı şeyi öğrenmez ve inandığını söylemezse müslümân sayılmaz. [İnşâallah, ileride, bu mâddelerin her birini ayrı ayrı makâleler hâlinde ele almak nasip olur.]
YÜCE ALLAH’A NASIL İNANMAK LÂZIM?
En önemli husûs olarak belirtmek gerekir ki: “vâcibü’l-vücûd” olan ya’nî varlığı mutlakâ lâzım olan yegâne varlık Allahü teâlâ’dır. İnsanlar, hayvânlar, bitkiler gibi bütün canlılar ve cansızlar da dâhil olmak üzere kâinâtın tamâmı “mümkinü’l-vücûd”tur ya’nî varlıklarıyla yoklukları müsâvîdir; bunlardan herhangi birisi bulunsa da olur, bulunmasa da olur. Şöyle ki, bugüne kadar gelmiş-geçmiş bulunan milyarlarca insandan herhangi birisi bulunmasaydı, önemli bir eksiklik olmazdı. Hayvânlar ve bitkiler ile cansızlarda da durum böyledir. Bunlardan herhangi bir tür, nev’, cins varlık bulunmasa, dünyâda farkeden bir durum olmaz.
Bütün kâinâtın yaratıcısı olan Cenâb-ı Hak, kendi vasıflarını, “eşref-i mahlûkât” ya’nî yaratıkların en şereflisi olan insanlara doğru bir şekilde bildirmiştir. Onu, kendi bildirdiğinden farklı bir şekilde düşünmek, sâhip olduğu sıfatlarından başka sıfatlarla tavsîf etmek kat’î sûrette câiz değildir, doğru da değildir. Zâten böyle yapmak zanna tâbi olmak, O’nu tahmînlere göre değerlendirmek olur.
O hâlde, Allahü teâlâ’ya nasıl inanmak lâzım? O’nun ana vasıfları nelerdir? Bunları müslim olsun, gayr-i müslim olsun, herkesin doğru bir şekilde bilmesi gerekir. Târîhte olduğu gibi, günümüzde de yüce Allah’a eş, çocuk, ortaklar, yardımcılar isnâd ve izâfe edenler bulunmaktadır. Bunların hepsi küfürdür, ya’nî îmân dâiresinden çıkmağa sebep olur.
Bunları böylece belirttikten sonra, Allahü teâlâ hakkında bilmemiz ve inanmamız gereken temel vasıfları bildirmekte fayda görüyoruz. İslâmiyet’in îmân esâslarını belirten “Âmentü” esâsları içerisinde birinci madde şüphesiz ki Allahü teâlâ’ya inanmaktır. Şimdi, bu îmânın nasıl olması gerektiği üzerinde bir nebze durmak istiyoruz:
ALLAHÜ TEÂLÂYA ÎMÂN
“Âmentü billahi” demek, Allahü teâlâ’nın varlığına ve birliğine îmân ettim, inandım; bunu kalbimle tasdîk, dilimle ikrâr ettim demektir. “Allahü teâlâ vardır ve birdir” cümlesindeki. “Bir” sözünün ma’nâsını iyi anlamak lâzımdır. “Bir” sözünün, lüğatta iki çeşit ma’nâsı vardır. Birincisi, sayı bakımından, ikinin yarısı olup, sayıların evvelidir. Diğeri, ortağı ve benzeri olmamak bakımından birdir. İşte Allahü teâlâ sayı bakımından değil, ortağı ve benzeri olmamak bakımından birdir. Ya’nî zâtında ve sıfatlarında hiçbir şekilde O’na ortak yoktur. Bütün mahlûkâtın zât ve sıfatları, kendilerini yaratanın zât ve sıfatlarına benzemediği gibi, yaratanın zât ve sıfatları da yaratıklardan hiçbirinin zât ve sıfatlarına benzemez.
Bütün mahlûkâtın ve onların her uzvunun, her hücresinin yaratıcısı, yoktan var edicisi yalnız Allahü teâlâ’dır. Allahü teâlâ’nın yüksek zâtının hakîkatini hiçbir kimse bilemez, akla ve hayâle gelenlere göre, O’ndan gelişigüzel bahsetmek şirk, küfür olur. O, akla ve hayâle gelenlerin hepsinden münezzehtir, berîdir. Zâtını akla, hayâle getirmek câiz değildir. Ancak, Kur’ân-ı kerîmde beyân buyurulan sıfatlarını, isimlerini ezberleyip, ulûhiyyetini bunlarla tasdîk ve ikrâr etmelidir. Bütün sıfatları ve isimleri ezelîdir, ebedîdir. Zâtı, hiç bir yerde durmadığı gibi, bilinen altı cihetten de münezzehtir. Ya’nî önde, arkada, sağda, solda, üstte, altta değildir. O’nun için ancak “hâzır ve nâzırdır” denilebilir.
Allahü teâlânın sıfatları ondörtdür. Altısına “sıfât-ı zâtiyye”, sekizine de “sıfât-ı sübûtiyye” denir. Bunların ma’nâlarını bilmek ve ezberlemek her müslümân için çok lüzûmludur:
SIFÂT-I ZÂTİYYE
1–Vücûd: Allahü teâlâ vardır. Varlığı ezelîdir, ezelden ya’nî sonsuz öncelerden beri mevcûttur. “Vâcibü’l-vücûd”tur, ya’nî varlığı lâzımdır.
2–Kıdem: Allahü teâlânın varlığının evveli, başlangıcı yoktur.
3–Bekâ: Allahü teâlânın varlığının sonu yoktur. Hiç yok olmaz. Ortağı olmak muhâl, imkânsız olduğu gibi, zât ve sıfatları için de yokluk muhâldir.
4–Vahdâniyyet: Allahü teâlânın zâtında, sıfatlarında ve işlerinde ortağı, benzeri yoktur. Kur’an-ı Kerîm’de “İhlâs” sûre-i celîlesinde O’nun birliği çok açık bir tarzda ifâde buyurulmaktadır.
5–Muhâlefetün li’l-havâdis: Allahü teâlâ, zâtında ve sıfatlarında hiçbir mahlûkun zât ve sıfatlarına benzemez.
6–Kıyâm bi-nefsihî: Allahü teâlâ zâtı ile kâimdir. Mekâna muhtâç değildir. Madde ve mekân yok iken O var idi. Zîrâ her ihtiyâçtan münezzehtir. Bu kâinâtı yokluktan varlığa getirmeden önce, zâtı nasıl ise sonsuz olarak, hep öyledir.
SIFÂT-I SÜBÛTİYYE
1–Hayât: Allahü teâlâ diridir. Hayâtı, mahlûkların hayâtına benzemeyip, zâtına lâyık ve mahsûs olan hayât, ezelî ve ebedîdir.
2–İlm: Allahü teâlâ her şeyi bilir. Bilmesi mahlûkâtın bilmesi gibi değildir. Bilmesinde değişiklik olmaz; ezelî ve ebedîdir.
3–Sem’: Allahü teâlâ işitir. Vâsıtasız, cihetsiz işitir. İşitmesi, kulların işitmesine benzemez. Bu sıfatı da diğer sıfatları gibi ezelî ve ebedîdir.
4–Basar: Allahü teâlâ görür. Âletsiz ve şartsız görür. Görmesi göz ile değildir.
5–İrâde: Allahü teâlânın dilemesi vardır. Dilediğini yaratır. Her şey O’nun dilemesi ile var olur. İrâdesine engel olacak hiç bir kuvvet yoktur.
6–Kudret: Allahü teâlâ, her şeye gücü yeticidir. Hiçbir şey O’na güç gelmez.
7–Kelâm: Allahü teâlâ söyleyicidir. Söylemesi âlet, harfler, sesler ve dil ile değildir.
8–Tekvîn: Allahü teâlâ yaratıcıdır. O’ndan başka yaratıcı yoktur. Her şeyi O yaratır. Allahü teâlâdan başkası için “yaratıcı” dememelidir.
Allahü teâlânın sıfatlarının hakîkatlerini anlamak da muhâldir. Hiçbir kimse ve hiçbir şey, Allahü teâlânın sıfatlarına ortak ve benzer olamaz. Yüce Allah’ı yukarıda anlatıldığı şekilde bilmek ve O’na böylece inanmak lâzımdır.
[İslâm âlimleri akâid ve kelâm kitaplarında bunları genişçe açıklamışlardır.]